SAĞLIĞA KOŞU

Koşmak sağlığa açılan bir kapı gibi. İnsanlık var olduğu ilk dönemlerden itibaren koşmak üzerine evrimleşmiş. Daha çok, daha hızlı koşanlar avlara ve yiyeceğe erişmiş. Hipokrat daha MÖ 400 yılında egzersizin insanlar için en iyi ilaç olduğunu söylemiş. Bir noktadan diğerine erişimin taşıtlara yüklenmesine kadar bacaklar hep insanların en yakın ulaşım aracı olmuş. Bu durum maratonlarda hep ön gruplarda koşan Afrikalı atletlerin olduğu ülkelerde devam ederken, gelişmiş ülkelerde terk edilmeye başlanmış. Bunun sonucu olarak gittikçe şişmanlayan insanlar ömürler uzamasına rağmen hareketsiz ve sağlıksız bir yaşam şeklini benimsemeye başlayınca hastalıklar artmış, tansiyon, diyabet, kanser, kalp ve dolaşım hastalıkları, yaşlılık hastalıkları daha fazla yayılmaya başlamış.

Koşmak insan zihni ve bedeni için üst seviye potansiyele ulaşmada gerekli bir aşamadır. Koştukça, daha fazla koştukça daha fazla fayda sağladığı ortaya çıkıyor, son dönem araştırma sonuçlarına göre. Koşu bir ilaç, tedavi desteği olarak değerlendirildiğinde kimyasal ilaçlar, diyet programları, alternatif tıp olarak adlandırılan geleneksel ve doğal bitkiler, henüz ortaya çıkmakta olan gen tedavilerine göre üstünlük sağlamaktadır. Öncelikle bu tedavi şekillerinin hepsinin koşu ilacı gibi aynı anda uygulama durumu olmaması, sağlanacak marjinal fayda, diğer tedavi tekniklerinde ortaya çıkabilecek olumsuz yan etki bir tarafa olumlu yan etkisi olan bir çözüm olarak öneriliyor, yine en son araştırma sonuçlarında.

Ülkemize koşanların sayısı nispi olarak çok az. Bunu katıldığım her yarıştan sonra yaptığım istatistiklerden görebiliyorum. Kendini uluslararası olarak lanse eden pek çok organizasyondaki koşucu sayısı komik derecede düşük. Ayırca koşma olayına, koşanlara karşı yaklaşım, takdir, anlayış diplerde. İnsanlar genelde kendi erişemedikleri üzüme ham deme alışkanlığına ilave olarak, özellikle tıbbi çevrelerden başlayan ve kulaktan kulağa yayılan dedikoduların da etkisi ile erişilen rahatlık, konfor ve etraftaki sahte nimetlerin bolluğu nedeni ile atıl kalmayı tercih edebiliyorlar. Ancak koşucu ve hekim olanlar, spor hekimliği yapanlar her insanın kendi bedeninin ve zihninin tek sahibi, ortaya çıkacak fayda ve zararların tek sorumlusu olarak tercihini ortaya koymasını öneriyor, koşmanın sağlık, mutluluk ve verimlilik açısından çok faydalı olduğunu da ekliyorlar.

Dünyanın en yaygın ve öldürücü hastalıkları her yıl çeşitli kaynaklar tarafından yayınlanmaktadır. Bu raporlara ya da bir uzmanlığa da ihtiyaç yok aslında bu konuda. Kime “hastalık” anahtar kelimesi verilse ve yanıtlar istense hemen akla gelebilecek olanlar: Kalp, tansiyon, şeker, felç, kolesterol, kemik hastalıkları, kanser, depresyon, grip vb. sıralanır gider. Bilinen bu hastalıklar “Koşu İlacı” ile yan yana incelendiğinde ortaya çıkan resim herkesi koşmaya motive edebilecek boyutlarda. Hastalıkların henüz ortaya çıkmadığı dönemlerdeki koruyucu hekimlik kapsamında, hatta çocuk doğar doğmaz önünde bekleyen uzun yaşamındaki hastalıkları belirleyici ve şekillendirici metabolizma ve vücut yapısına sahip olmasında, hastalık dönemlerinde, iyileşme ve hastalık sonrası gelişme dönemlerinde koşmanın faydaları saymakla bitmiyor.

Diğer bir önemli konu da EpiGenetic: Genlerin işlevleri sırasında etkilendikleri çevresel ve rastlantısal anahtarlamalar ile genetik olarak aynı kalmalarına rağmen fenotip olarak değişimlerin oluşturduğu olayları inceleyen bilim dalı. Bu sayede atalardan miras kalan hastalıklara ait genler koşu sayesinde kapatılabiliyor. Ve daha da önemlisi bu genler anahtarların konumu ile gelecek nesillere aktarılıyor. Yani ana-babadan gelen bir diyabet geni koşu ile kapalı hâle getirilebiliyor ve çocuklara bu hâli ile miras bırakılabiliyor.

Birinci bölümde en yaygın, bilinen ve öldürücü hastalıklar, “koşmak” fiili ile yan yana konulmuş ve bu konuda, klasik yayınlar yanında özellikle son yıllarda yayınlanan araştırma sonuçları karşılıklı irdelenmiştir. Binlerce hastalık, bilinen bilinmeyen, olduğu göz önüne alındığında konunun genişliği ve gereken araştırmaların boyutları tahminlerin ötesindedir. Ancak bu hastalıkların yaklaşık yüzde doksanını içeren makaleler arzuya göre genişletilebilir.

İkinci bölümde ise “Geç olması hiç olmamasından iyidir!” İtalyan atasözü kapsamında altmış yaşıma yakın başladığım çeşitli faaliyetlerden biri fakat en faydalısı olan koşma sporu ile ilgili yaşanmışlıklarım hikâye edilmektedir. Bu kısımda koşmaya başlamayı düşünen herkesin aklındaki “Acaba ne kadar mesafe koşabilirim?” sorusuna yanıt vermek ve kişilerin motive edilmesi amaçlanmıştır. Beş yıl önce aynı soru ile başlanan macerada konulan hedefler (yarı-maraton, maraton) aşılmış, özellikle altmış yaş sonrası hayal edilmesi bile güç olan zorlu ultra-maratonlar koşulmuştur. Bu kısımda olayın beden yanında beyin ile yönlendirildiği açıklanmaya çalışılmıştır. Erciyes Dağı etrafında, 2500 metre irtifada, taş ve dikenden oluşan bir zeminde 14 saat aralıksız koşmanın verdiği acı, zevk, mutluluk, başarı hissi ve olayın ayrıntıları özetlenmiştir.

Koşmak sadece bireysel sağlık ve zevk aracı olarak düşünülmemelidir. Koşan insanları gördükçe ve tanıdıkça bu organizasyonların sosyal hayatı destekleyen, toplumu iyi noktalara yönlendirmeye çalışan yönleri de yakından yaşamaktayım. Kişi ve toplumların koşma ile birbirlerine daha fazla yaklaşabileceklerini onbinlerin katıldığı yurtdışı yarışlarında gördüm. Koşma olayı sadece koşu-sağlık denklemi değil, koşu-bireysel gelişim, koşu-sosyal gelişim açısından da faydalı olacaktır.

Umarım bu araştırma ve deneyim sonucu daha fazla insan koşmaya başlar. Bunun için “Bu saatten sonra, bu kiloda koşabilir miyim?” sorusuna en güçlü yanıtını özellikle ikinci bölümde bulabilirsiniz. Bu yanıtla birlikte koşmaya başlarsanız kendinize, ailenize ve çevrenize çok büyük iyilik yapmış olursunuz.