An Hour of Running May Add 7 Hours to Your Life

Yaz tatilinde sitemizin spor salonunda günlük koşumu yapıyorum, her sabah sekizde. Salonun açılış saati sekiz, yoksa altıda koşmak daha uygun hem Temmuz sıcağı hem de biyoritm açısından. Genelde tüm salon bana ait. Gerçi herhangi bir saatte koşan da fazla yok. Nadir gelenlerden biri ile koşu sonrası sohbete başladık. Ben koşarken o biraz yürümüş, sonra ağırlık çalışmıştı. Bana sitemizdeki bir spor hocasının ve ayrıca spor salonundan sorumlu spor okulu mezunu çalışanın “koşma, hem kilo veremezsin hem de sağlığına zararlı olur” dediklerini aktardı. Pek çok magazin haberlerinde de uzman geçinen kişilerin genelde fazla zorlamayın, koşmayın gibi temelsiz önerileri ile bilgiçlik tasladığını görmekteyiz, okumaktayız.  Dört yıllık koşu hayatımda bu konuda bilimsel ve magazinsel yazıları kaçırmadan okuyorum. Genelde bizim spor adamı ve tıp profesörü geçinen kimseler standart olarak 15-20 yıl öncesi yayınlanan ve ancak tercüme edilen yazılara dayanarak bu yorumları göğüslerini gere gere yaptıklarını görüyorum. Bu yorumları yapanlar İngilizce de bilmediklerinden ve etrafta fazla koyun olmadığından Abdurrahman Çelebi misali insanları yanıltmaya, kendileri koşmayan, spor yapmayan ve hatta koşan birini gördüklerinde arabaları üzerine süren bir kültür ortamında faydalı olmaktan daha çok zarar vermekteler. Bu konuda daha önce de benzeri yorumlar ve açıklamalar duymuş, okumuş, itiraz yorumlarımı yapmıştım.

Competitor dergisi 25 Temmuz 2017 tarihindeki “Why Fatigue Is a Necessary Part of Training and How To Manage It”  yazısında Jeff Gaudette  “tüm antrenman teorileri temelinin çalışma (workout)  ve toparlanma (recovery) süreci olduğunu belirtiyor. Ne kadar zorlu (harder) koşarsak o kadar kas fiberi (muscle fiber) hasar görüyor. Vücut daha sonra bu hasar gören kas fiberlerini yeniden inşa ediyor (rebuild). Ve eğer bu toparlanma süreci iyi yönetilirse bu fiberler eskisinden daha güçlü bir şekilde geri kazanılıyor. İşte bu döngü nedeniyle egzersiz yaptıkça daha hızlı ve güçlü olmaktayız” diyor.

New York Times 12 Nisan 2017 yayımlanan ve Gretchen Reynolds tarafından en son araştırmalara dayandırılan An Hour of Running May Add 7 Hours to Your Lifebaşlıklı yazıda koşmanın, hatta uzun uzun koşmanın çok faydalı olduğunu belirtmekte.  “Yeni araştırmada elde edilen  sonuca göre” diyor yazar ve ekliyor “Running may be the single most effective exercise to increase life expectancy, according to a new review and analysis of past research about exercise and premature death. The new study found that, compared to nonrunners, runners tended to live about three additional years, even if they run slowly or sporadically and smoke, drink or are overweight. No other form of exercise that researchers looked at showed comparable impacts on life span.” Yani koşmanın yaşam beklentisini artıran en etkin bir egzersiz olduğunu, koşucuların ya da koşanların, yavaş ve düzensiz bir şekilde koşsalar, sigara, içki alışkanlıkları  ve aşırı kilolu olsalar bile, hiç koşmayanlara göre üç yıl daha uzun yaşayabileceklerinin (kırk yıllık bir maratonda) bu analiz sonucunda bulunduğunu belirtiyor. Son satırda ise yaşam sürecine koşmadan başka hiç bir egzersizin bu kadar etkisinin olmadığını ekliyor. Sadece yazının başlığından bile normal süreli bir koşunun bile yaşam haftasını yediden sekiz güne çıkarttığını öğreniyoruz.

Diğer bir tartışma konusu da: Tamam koşalım, ancak  haftada iki saat-dört saat, fazlası zarar muhabbeti. Bu da yine bizim çok bilmiş fakat koşmayan otoritelerin küflenmiş ve eksik araştırmalara dayandırdıkları iddialar. Beyefendi koşmamak için bahane uyduracak ya, nerede işine gelen eski yazı var ortaya koyuyor. Koyuyor da yazıları bir çok yeni başlayanları ya da hali hazırda koşanları olumsuz yönde etkiliyor. Bu kişilerle tartışma ortamına girmek istemiyorum. Çünkü hemen sen doktor musun muhabbeti ve polemik başlıyor. Yazıda bununla ilgili paragraf ise  “The good news is that prolonged running does not seem to become counterproductive for longevity, he continues, according to the data he and his colleagues reviewed. Improvements in life expectancy generally plateaued at about four hours of running per week, Dr. Lee says. But they did not decline”. Yani diyor ki: uzun mesafe ve süre koşmanın yaşam üzerinde olumsuz bir etkisinin olmadığını fakat haftada dört saatin üzerine çıkan kısmında yazı başlığında belirtilen bir saate-yedi saat verimimin düzleştiğini fakat asla aşağı yönde olmadığını belirtiyor. Yani fazla koşarsan zarar olacak diye bir şey yok, fazladan vakit harcamış oluyorsun bir iddian yoksa. Ancak uzun koşular maraton, ultra koşanların egzersiz programında yer alması gereken egzersizlerden. Bu açıdan bu en son araştırma sonuçları uzun mesafe koşucuların hoşuna gidecek.

Çoğunun pek haberi olmasa da “Human Longevity – Yaşamı Uzatma” gelişmiş ülke zenginleri ve hastalık hastalarının son günlerdeki en gözde konusu. İnsan Genom projesinin meşhur bilim adamı Craig Venter (wikipedia hala kapalı olduğundan Craig Venter oradaki adresini yazmadım) tarafından kurulan HLI (Human Longevity Inc) bu konuda en meşhur ve ileri olanı. Biz henüz bu seviyelere erişemediğimizden ve de pek yakınlarda erişme olanağımız olmadığından benim ve etrafımdakilerin daha uzun, daha da uzun koşması yaşamı uzatmak değil, her seferinde hayretle ve ibretle faydadan çok zarar gördüğüm hastanelere ve yakınlarımıza muhtaç olmadan yaşam sürecimizi tamamlamak, yaşamdan zevk almak, koşu arkadaşları bulmak, yarışmalara katılmak açısından bu yazılarla ilgileniyorum.

Kısaca koş koşabildiğin kadar; koştuğun her kilometre yaşam yolunu yüz metre daha uzatmakta…Ankara, 25 Temmuz 2017

Not: Bu konuda 2 sene önce yazdığım Aşırı Egzersiz yazısının onayı gibi bu yeni araştırma

Bir önceki yazı için:   Çiçek yerine Kitap<–    ya da   –>Ana Sayfa

Çiçek yerine Kitap

“Hindistan Başbakanı Narendra Modi, geçen ay (Haziran 2017) katıldığı Puthuvayil Narayana Panicker Okuma Günü’nde yaptığı konuşmada, insanları karşılarken buket çiçek yerine kitap verilmesini tavsiye etmiş ve gençlere ‘okumaya yemin etme’ çağrısında bulunmuş”.

Yıllardır hepimizin gözlemlediği, yaşadığı olaylardan biri de hediyeleşme; düğün, açılış, tanışma, sevgili ile buluşma, doğum, ölüm, yeni göreve başlama, ziyaret, bayram, anneler günü, sevgililer günü… Tek bir çiçekten görkemli çelenklere kadar hediyeler alınır elden ya da günümüzde olduğu gibi ne aldığını bile fiziki olarak görmeden internet üzerinden adet yerini bulsun, ayıp olmasın diye gönderilir. Bunların bazıları çok ucuza alınabildiği gibi çok fazla paralar da ödendiği olur. Hatta firmaların hediye fonları bile mevcuttur. Ertesi günü, genelde, çöplüklerde kendini bulan bu bitkiler bir de etrafı kirletir. Bazıları canlı, topraklı çiçek alsa da bunun oranı çok az. Bu kadar masraf, bu kadar israf, yararsız, artık duygudan uzak. Nerede seni seviyorum anlamına gelen bir kırmızı gül ya da kıskanç biri olduğunuzu belirten sarı gül, içtenliğe vurgu yapan pembe karanfil. Yeni neslin yaşamadığı toprak ve kırlardan koparılan ve bir anneye verilen bir sümbülün değerini yüzlerce liralık bir çelenk tutabilir mi? Şimdiki çiçek olayı sadece gösteri ve yapmacık.

Kitap yazma, edinme ve okuma oranının en düşük olduğu ülkelerden bir olan ülkemizde(1) Modi’nin önayak olduğu bir değişim yaşansa ne kadar iyi olurdu, bir düşünelim. Bir kere kitaplar çiçeklerden çok daha ucuz. Göndermesi, koruması çok daha kolay. Hele kalıcılığı! Bir çiçek kurutulsa bile belirli bir süre sonra atılıyor. Halbuki kitaplar ömür boyu başta hediye alınan olmak üzere bir çok kişinin yararlanabileceği kaynaklar; kaldı ki bir gülü kurutmak için yine kitap gerekli. Ayrıca kitapların içinde çiçek resimleri, çiçeklere ait her türlü bilgi bulunabildiği halde, kitabı barındıran bir çiçek yoktur. “Ben sana gülüm demem gülün ömrü az olur” dizesi yerine “ben sana klasik kitap desem sonsuza kadar kalasın diye” deyişi olsaydı.

Dünyaca ünlü PISA testi 2016 sonuçlarına göre : Türkiye 72 ülke içinde 50’nci sırada (2). Hindistan’ın da durumu pek parlak değil. Sonuçlar düşük olunca son testi protesto edip katılmamışlar, kötü durumları ortaya çıkmasın diye. Ancak belli ki bazı planları var, başbakanları çiçek yerine kitap hediye edilmesini istemiş.

Kitap okuma deyince, bunun çok çeşitli gerekliliği, zevki, şekli var. Bizde maalesef üniversiteler de bile ders kitabı okunmamakta. Kitap okumak insanoğlunun kişisel gelişimini elde eden en önemli etkenlerden biridir. İnsanı eleştirel düşünceye yöneltir, zekasını, hayal dünyasını geliştirir; sözcük dağarcığını arttırır. Zaten “homo sapiens” gelişimindeki  ve bugünkü teknolojik ve bilgi seviyesine erişmesindeki en önemli mihenk taşları olarak yazının ve matbaanın icadının gösterilmesi bunun içindir. Bilginin en öne çıktığı, “Big Data Çağında” en azından herkesten geri kalmamak, her sene PISA Testlerinden sonra gazetelerde aynı klişe yazıları görmekten güzel bir yer edinmek istiyorsak, Modi’nin çağrısına bizde kulak kabartmak ve okumak,  düşünmek ve buna bağlı olarak tartışmak, sorgulamak ve eleştirmek ve bilim üretmek zorundayız, gerçekleşmesi çok küçük bir olasılık olsa da…Ankara, 25 Temmuz 2017

(1) En fazla kitap okuyan ülkelerin başında, yüzde 21 ile Fransa ve İngiltere var. Ardından, yüzde 14 ile Japonya geliyor. ABD’de bu oran yüzde 12, İspanya’da ise, yüzde 9. Türkiye’de ise, oran binde bir.  Okuma alışkanlığında, dünyada 86. Sıradayız. Zaten Dünyada 10 milyonun üstünde nüfusu olan ve ülke denebilecek 80 kadar ülke olduğunu da göz önünde bulundurmak lazım. 

(2) Pisa Okuma:Singapur, Hong Kong (Çin), Kanada ve Finlandiya okumada en iyi performansı gösteren yerler oldu. İrlanda, Estonya, Güney Kore, Japonya ve Norveç de OECD ortalamasının üzerinde kalırken, 41 ülke OECD ortalamasının altında kaldı. OECD ülkeleri arasında Kanada ve Finlandiya başı çekiyor, Türkiye ve Meksika ise en sonda yer alıyor.

Bir önceki yazı   Son Ütücü<–   ya da     –>Ana Sayfa