Göz Hastalıklarını Önlemede Koşmanın Yararları

Vücudumuzun en önemli parçası hangisidir diye sorulsa her kes biraz durup düşünür. Göz. tüm vücudun olmasa da beş duyunun en önemli ve gereklisi gibi ve nazik bir organ. Nerede ise tüm faaliyetlerde gereklidir, gözümüz; okumak olsun, sürekli vazgeçilmezimiz bilgisayar, tabletler, eye ile ilgili görsel sonucuoyunlar, televizyon  gibi; okumak, öğrenmek, çalışmak, sağlık ve yaşam kalitesi açısından en başta gelir. Görme yeteneği olmasa cadde ve sokaklarda yürüyemeyiz, sevdiklerimizi, doğayı, deniz, güneş, gökyüzünü göremeyiz. Daha da ötesi başkalarına bağımlı oluruz.  Bu nedenle  gözümüz gibi bakmalıyız denir, önemli şeylere.

Ama bakıyor muyuz?Göz çok kompleks ve hassas bir organ. Her parçası hasta olmaya hazır gibi. Ufacık bir toz parçası bile pek çok rahatsız eder insanı. Glokom, AMD, katarakt, retina sorunları, alerjiler, arpacıklar… “Good news is” Genel olarak  Koşma ve egzersiz ile göz için en yaygın ve tehlikeli hastalıklar önlenebiliyor!

Glokom-Glaucoma: 2017 yılının sonlarına doğru UCLA Dr Victoria Tseng ve ekibi Jogging denilen tempolu ve yavaş koşu, hızlı yürüme (ki burada çoğunun yaptığı gibi elde telefon salınarak gezme değil, en azından herkesin normal kalp atışını %30-40 artıran bir egzersizden bahsediyorum) körlüğe kadar gidebilen glokom ya da göz tansiyonu riskini %73 oranında düşürdüğünü bulmuşlar. 

Dünya genelinde glokom geri dönüşü olmayan körlük durumunun başlıca aktörü. Araştırmacıların verdiği rakamlara göre 2013 yılı itibarı ile 40-80 yaşları arasında 65 milyon glokom hastası var. Bu rakamın 2040 yılına kadar 110 milyonu bulacağı hesaplanıyor. 

İnsanlar glokom nedeniyle gelen görme kaybından düşük tansiyon, sağlıklı kilo ve fiziksel faaliyet sayesinde kurtulabilirler. Bunlar da zaten glokomu tetikleyen şeker, tansiyon ve diğer sorunlarında önlenmesi demek. Yani hepsi bir bütün, olaya holistik1 açıdan bakmak gerekiyor. Gözle ilgili bir çok hastalık yüksek tansiyon, yüksek şeker ve kolesterol seviyesi gibi sağlık problemleri ile ilişkilidir. Koşma bu sorunları daha kapıda karşılar ya da içeri girmiş iseler etkilerini azaltmaya yardımcı olur.

Ancak glokom bazı nadir türleri için ( kapalı-açılı Glokom ) egzersiz fayda etmediği, pigmenter glokom denen çeşidinde ise negatif etki yapabileceği uyarıları olabileceğinden göz doktorunuz ile bu konu paylaşılmalıdır.

Makula dejenerasyonu, Age-Related Macular Degeneration–AMD– yaşla ilişkili olarak görme keskinliğini kontrol eden gözün retinasının merkezi merkezi olan makulanın bozulmasıdır. Makulanın sağlığı, okumak, yüzleri tanımak, sürmek, televizyon izlemek, bilgisayar kullanmak ve ince detayları görmemizi gerektiren başka herhangi bir görsel görev gerçekleştirmemizi belirler. 

Dokuz araştırmanın verilerini birleştirilerek yapılan bir meta-analiz2 sonucu koşma ve egzersiz yapmanın erken ve geç dönem AMD hastalığına karşı  koruyucu etkisi olduğunu ortaya koymuştur.

Uzun mesafe koşucuları üzerinde yapılan bir araştırma3 sonucu: 29,854 erkek, diabet hastası olmayan uzun mesafe koşucusu 7.7 yıl gözlenmiş, analiz sonuçları yaş, tansiyon, sigara kullanımı, alkol, et, meyve, balık yeme durumuna göre ayarlanmış ve sonuçta 200 kişide glokom tespit edilmiş.  Bu durum 10 Km yarış için her metre için artan her saniye hıza karşı %37 glokom riskinin azalması gözlenmiş. Yani ne kadar hızlı koşuluyorsa risk o kadar azalıyor. Ve hızı 5 m/sn (saatte 18 Km)  aşan 781 koşucudan hiç birinde glokom oluşmamış. Tabi bu hız biraz iddialı, ancak buna yakın hızlarda da o oranda risk azalıyor. Yani saatte 15 Km ile 10 km egzersizleri yapanlarda glokom çok az, bu şekilde hız düştükçe risk artıyor. Hiç koşmayanlar için durumu varın siz düşünün!

Retinal damar tıkanıklıkları,Retinal Artery & Vein Blockages:  Göz damar tıkanıklıkları retinada yırtıklara neden olur. Bu tıkanıklıkların nedeni yüksek tansiyondur. Koşu ile tansiyon normal hale geleceğinden bu sorun da daha baştan önlenmiş olur.

Katarakt, Cataract: Genelde 60 yaş sonrası oluşan göz merceğinde oluşan,  görmeyi engelleyen ve sonunda ameliyat gerektiren bir durum, göze perde inmesi dedikleri eskilerin. The eye of this patient with cataracts shows a clouding of the lens of the eye, impairing normal vision.Gerçi 60 yaşın üstü kim gitse muayeneye hemen katarakt ameliyatına alınıyor, bugünlerde. Yine işi gücü olmayan yabancı araştırmacılar bu konuya da el atmış: Lawrence Berkeley laboratuvarı, (Berkeley, CA) Fen Bilimleri Araştırmacıları  yaptıkları bir çalışmada4  32,610 koşucu ve 14,917 yürüyüş yapan kişileri   6.2-yıl izledikten sonra katarakt gelişme riskinin artan enerji harcaması ile lineer bir şeklide azaldığı  sonucuna  ulaşmışlar.

Aslında olay çok basit: obezite ile ilgili görsel sonucuYüksek tansiyon nerede ise tüm göz hastalıklarının nedeni. Koşu ve egzersiz sayesinde normal bir tansiyon tutturmak kalp krizi, felç, kemik erimesi ve kanseri önlemede çok önemli. Büyük çoğunluğun yaptığı gibi sahaya çıkıp kendimize uygun bir koşu programından mahrum kalmak sağlımız açısından bir kısır döngü haline geliyor: az hareket -> obezlik-> eklemleri bozuluyor kireçlendi deniyor (artrit), artrit-> yürüme ve koşmaya mani oluyor-> bu durum daha yüksek tansiyon<-dön başa… Bu kısır döngüde her türlü hastalıkla birlikte göz sağlığı da kayıp gidiyor elimizden.

Her konuda olduğu gibi, koşma olsun diğer spor türleri olsun bilinçli, bilgili araştırma yapılarak, uzmanlara danışılarak gerektiği biçimde ve dozda alınması önemlidir. Koşma deyince, bu olumlu etkiler için illa ki maraton koşucusu olmak gerekmiyor, tempolu bir yürüyüş, hafif koşu, doğa yürüyüşleri, hatta dans hepsi göz ve tüm vücut sağlığı açısından işe yarayacak aktivite çeşitleri olarak öneriyor araştırmalar sonucu. Sonuçta kesin rakamlarla olmasa da koşu, egzersiz yapmamak, sedanter denen düzensiz fiziksel aktivitenin olduğu ya da fiziksel aktivitenin olmadığı bir yaşam tarzında ısrar ederek tembellik yapmak, özellikle orta-ileri yaşlarda göz sağlığını olumsuz etkileyen olayların başlıca nedeni olarak değerlendiriliyor, uzmanlarca…Ankara, 15 Mayıs 2018

1 Bir parçayı, bağlı olduğu bütünü anlamaya çalışarak görmek.
2 Physical Activity and Age-related Macular Degeneration: A Systematic Literature Review and Meta-analysis, McGuinness MB, Le J1, Mitchell P, Gopinath B, Cerin E, Saksens NTM4, Schick T, Hoyng CB, Guymer RH, Finger RP. Am J Ophthalmol. 2017 Aug;180:29-38. doi: 10.1016/j.ajo.2017.05.016. Epub 2017 May 24.
3 Relationship of Incident Glaucoma versus Physical Activity and Fitness in Male Runners, Paul T. Williams.
4 Walking and running are associated with similar reductions in cataract risk’ in Medicine and Science in Sports and Exercise (6/13).

Derdimiz Kolesterol – Devası Koşu

Televizyonlarda, kitaplarda, herhangi bir sağlık sorununda, laboratuvar sonuçlarında en önde gelen konulardan biridir kolesterol; iyisi, kötüsü, trigliseriti, toplamı. Genelde de hep yüksek çıkar, çünkü tartışmalıdır; nedeni ise referans limitlerinin dünyaya hükmedenler tarafından sürekli azaltılması.  Komplo teorileri, her olayda olduğu gibi, devrededir: İlaç firmaları bu işin arkasında diye. Gerçekten de tam olarak ne olduğunu, nasıl yorumlanacağını bilmeden ilaç yazılır. Statin denilen ilaç kalp krizini önlediği gerekçesi ile yazılır her başvurana, aslında vücuda giren tüm  kimyasalların mutlaka birden çok zararı olduğu halde. Anormal lipid değerleri “dyslipidemia” olarak geçiyor tıp dilinde, yüksek toplam kolesterol, LDL(kötüsü), TG (kötüsü) ve düşük HDL(faydalısı)  değerleri.

Ancak sadece bu rakamlarla kandaki lipid değerlerinin kötü ya da iyi olduğu, sağlık açısından ve özellikle kardiovasküler hastalıklara neden olduğu söylenemez. Hatta bazı bilim insanları yüksek (referanslar dışında) kolesterolün gerekliliğinden bahsederProf. Dr. Rasim Küçükusta: “Kolestrol yüksekliği tedavi edilmesi gereken bir hastalık değildir. Aksine bunu hastalık olarak kabul etmek ve insanları kolesterol yüksekliği için ilaçlarla tedavi etmeye kalkmak aksine bu insanlara zarar vermekten başka bir şey değildir”. Prof. Dr. Canan Karatay: “”Kalp profesörüyüm. Kolesterol hastalık diyen bir hekimim. Kardiyolog olarak bir tek kez bile ilaç yazmamışımdır. Yaşlıların kolesterol ilacı almamasını bütün çalışmalar söylüyor. Kolesterolü yüksek olan yaşlılar, sağlıklı ve uzun yaşıyorlar”.

Kolesterol savaşları olarak kamuoyunda çokça yer bulan bu tartışmalar, “yumurta, tereyağı zararlıdır”, karşı olarak “günde üç yumurta, bol tereyağlı” bilim insanlarından kahve sohbetlerine kadar inmiştir. Ancak Canan Karatay’ın şeker ve kolesterol konusunda yaptığı bilimsel açıklamalar ve gerçekler halk tarafından daha çok ilgi görmesi ilaç firmalarının ve birçok doktorun Canan Hocayı sevmemesine ve hatta davalar açmalarına kadar vardırılmıştır. 

İlaç, yumurta bir tarafa olaya en fazla olumlu etkinin egzersiz ve koşu olduğu konusunda yüzlerce, binlerce akademik araştırma, kitap ve makale vardır.  2017 yılında yayınlanan “Effects of aerobic exercise on lipids and lipoproteins” başlıklı bir araştırma raporu.: “Halen doktorların kolesterol sorunu olan hastaları lipid düşürücü (statin gibi) ilaçlarla tedavi ettiklerini; ancak bu araştırma sonucuna göre egzersiz kesinlikle göz ardı etmemeleri gerektiği” şeklinde sonuçlandırılmış. Bu araştırmada elde edilen bilgiler düzenli koşma-egzersiz yapmanın kolesterol sorunu önleme ve tedavide yardımcı olacağı gibi kalp krizi ve CAD(coronary Artery Disease) riskini azaltmakta olduğu ortaya konulmuş ve doktorların kolesterolu yüksek çıkan ya da kolesterol hastalığı teşhisi konulan kişilere mümkün olduğu kadar aktivite ve koşuya teşvik etmelidir diye son nokta konulmuştur.

Peki bu noktaya nasıl gelinmiş? Çeşitli araştırmalardan elde edilen veriler derlenen aşağıdaki özet durumu özetlemektedir. Detaylı tablo ve bulgular yine en güncel bilgi olarak raporda yer almakta.

Koşu-Egzersiz lipid değerleri üzerine etkisi
Referans Hafta Haftada Şiddet HDL +  LDL  – TG –
LeMura et al. 16 3 kez %70-85 Hrmax 16 8 17
Nybo et al. 12 150 dak. %65 VO2 maks. 4 4  
Kraus et. al 24 14-23 kcal/Kg %65-80 VO2 maks 4 2 29
O’Donovan et al. 24 3 kezx400 kcal %60 VO2 maks 3,1 7 11

Bu tablodaki rakamlara bakarak dudak bükmemek gerekir. Çünkü LDL ve TG azalmalarla birlikte HDL’deki artışlar, aslında bir çok uzmanın kolesterol değerlendirmesinde kullandığı LDL/HDL ya da toplam kolesterol/HDL oranlarında önemli oranda iyileşme şeklindedir. Bu konu çok önemli, çünkü her ne kadar uzmanlar toplam kolesterol, kötü-iyi kolesterol değerlerini, aşırı durumlar hariç, farklı yorumlaslar da, durum bu kadar basit değildir. Bir kere laboratuvar ölçümleri tam olarak yapolmaz. LDL ölçülmez, toplam kolesterolden formül kullanılarak yaklaşık olarak hesaplanır; kaldı ki LDL A ve B olarak iki farklı türünün yararlı olanı da vardır, kanda dolaşan. Bunlar genelde bilinmez ve çok az yerde ölçülebilir. 

Kolesterol ve dolayısı ile kalp ve kardiyovascüler sorunu yaşamamak için gerekli sacayak: Koşu (Egzersiz), Sağlıklı Beslenme ve Sigara İçmemek. Bu konular zaten insan genel sağlık durumunda da en önemli etkenlerdir. Diğer taraftan kolesterol sorunu ile kilo arasındaki bağlantı yine koşu ile çözülebilecektir, beslenme yanında. 

Özellikle son dönem yapılan araştırmaların hemen hepsinde ilaç yerine koşmanın, bilinçli ve programlı, kolesterol sorununun çözümünde çok daha etken olmasının yanında yan etkilerinin olmaması hatta diğer bir çok konuda, tepeden tırnağa tüm metabolizmaya, genel psikolojik duruma ve genlere   olumlu katkıları ortaya konulmaktadır. Diğer taraftan ilaçla tedavi ise insanın metabolizmasını değişiklik yapmaya zorlamakta, karaciğerde üretilen lipidleri engelleyerek hem sürekli kullanım sonucu uzun sürede bu fonksiyonu bozmakta hem de şeker gibi başka önemli bozukluklara yol açabilmekte. Zaten olayı bir bütün olarak ele almak gerekiyor. Sadece bir organ ya da fonksiyon ile oynamakla tüm sistem düzenli hale gelemez. Bir organ için alınan ilaç da tüm sistemi düzenleyemez. Bu açıdan koşmakla bir yerde metabolizmanın tüm aktörlerini bir düzen içinde çalıştırmakta, bozukluk varsa yine hep beraber etkileşimli olarak düzeltilebilmektedir.

AHA (American Heart Association)  kalp sağlığı konusunda dünya çapında otoriter bir kuruluştur; kolesterol limitleri, ilaçlar, ne yapılması gerekir, neler doğru neler yanlış hep AHA izlenir. Ancak kar amaçlı olmayan bu organizasyonun gelirleri de bu ilaç firmaları özellikle “statin” üreten-satan ilaç firmalarından olduğu, hastalardan çok ilaç firmaları ve sağlık sektörünü kolladığını iddia eden bir çok yazılar olmasına rağmen yine de kolesterol düzeyini arzu edilen seviyede tutmak için haftada 3-4 kez orta ve üstü 40 dakikalık egzersiz, koşu önermekte. 

Journel of Sports Sciences’de yayınlanan bir yazıya göre, günde 12 haftalık bir programda, haftada beş kez 50-60 dakikalık bir yürüyüş ya da koşu kötü denen kolesterol sayımında önemli bir düşüş sağlarken iyi kolesterolü de artırmakta. Burada LDL düşmesi ve HDL artması etkisi daha önce verilen bilgilere dayalı olarak lipid oranlarında önemli kazanımlar sağlayacaktır. Bu programın düzenli olarak yaşam biçimi haline getirilmesi ile elde edilecek sağlık kazanımı hiç bir ilaç ve hatta diyet ile karşılaştırılmayacak kadar önemlidir. 

Araştırma sonuçları hep aynı kapıya çıkmakta: Egzersiz, koşma, yürüme, yüzme…Bundan kaçış yok. Oturmakla, ilaç almakla, sigara kullanmakla sağlık ve yaşam kalitesi her geçen dakika kötüye gitmekte. Bu nedenle en azından şöyle bir kalkıp bir kaç ay denemek ve etkileri kendi gözlerimizle görmek en rasyonel hareket tarzı olacaktır. Ankara, 12 Mayıs 2018

Tiroid Hastalıkları ve Koşu

Çevremizde çokça duyduğumuz şikayetlerin bir kaynağı da tiroid bezi denen kendisi küçük, 15-20 gram, fakat ürettiği hormonla tüm metabolizmayı düzenleyen, ayarlayan, hızlandıran, yavaşlatan boyunun iki yanında konuşlanmış bir organdır. Vücudun ısısı, kalp atışları, kolesterol ve trigliserit yakılması, kan şekerini ayarlanması, çocukların büyüme ve boyunun uzaması , bebeğin anne karnındaki bebeğin beyin gelişimi, iştah ve dolayısı ile kilonun ayarlanması, kasların güçlenmesi, cilt, tırnak, kemikler, seks organları hatta insanın psikolojisi hep tiroid tarafından üretilen T3 ve T4 adlı hormonlara bağlı. Bu hormonlar beyinde bulunan hipofiz bezi  ürettiği TSH denen başka bir geri besleme kontrol devresi ile azaltılıp, artırılabiliyor. Tiroid hormonları (T3 ve T4) ile TSH arasında ters bir ilişki var: Eğer T4-T3 yüksekse TSH düşer; düşükse TSH yükselir. Laboratuvar testlerinde düşük TSH hiper, yüksek TSH hipo-tiroid göstergesi olabilir. 

Tabi bu kadar çok görev verilirse kaprisi ve sorunları da çok yaygın ve sonuçları da çok önemli olarak ortaya çıkıyor: En başta yaygın adı ile “Guatr” olarak bilinen tiroid bezinin değişik nedenlerle büyümesidir. En sık nedeni diyette iyot eksikliğidir. Genetik ve çevresel nedenlerle de oluşabilir.  Aşırı çalışıp çok hormon üretmesine hiper-tiroidi, az çalışıp az hormon üretmesine ise hipo-tiroidi denir; yani ne yapsa suç. Ayrıca bunun bir de nodülleri, iltihapları ve tabi en kötüsü  tiroid bezinin kanserleri gibi dertleri de oluşturur. En iyisi çıkarıp atalım ayarı bozulunca denilebilir; ancak bu durumda ömür boyu ilaç kullanmak gerekir.

Genetik ve iyot eksikliği gibi çevresel koşullar nedeniyle oluşan, tüm metabolik işlevleri etkileyen, bozan, hastalıklara, uzun ve meşakkatli tetkik, tedavi ve yaşam boyu  ilaç kullanımı gerektiren bu organın düzgün çalışması yine kişinin kendi elinde: Çevresel etkileri azaltacak önlemler yanında bu yazı serisi kapsamında daha önceki yazılarda da belirtildiği gibi “EpiGenetik” bilgisi ile yapacağımız egzersiz, koşma ile fenotipimizi değiştirebiliriz, diyor son bilimsel araştırmalar ve uzman yorumları.

Koşmak çok yararlı bir kardiovasküler faaliyettir ve tiroid ya da başka bir sorun nedeniyle terk edilmesi dolaylı, dolaysız bir çok faydadan mahrum kalmaya neden olur.   Önemli olan insanın kendi vücudunu tanıması, dinlemesi ve iletişim halinde olmasıdır.

Tiroid işlev bozukluğu (TİB) en başta gelen endokronolojik sorunlardan biridir ve elde edilen veri nerede ise bu bozukluğa sahip olanların yarısının teşhis edilmeden yaşamlarını sürdürmeye çalıştıklarını işaret etmektedir1. Bu bozukluklar yaygınlık açısından hipo-tiroid (tiroid yetmezliği), hiper-tiroid (Türkçesi de aynısı)  ve guatr olarak sıralanmakta. Çeşitli toplumlarda TİB yaygınlığı %10-20 kadar çıkabilmekte, bu da biraz gelişmişlikle ilgili: Örneğin Hindistan’da %181, Norveç’te %10 ve bu bozulma yaşla birlikte artıyor hemen hemen her konuda olduğu gibi.  TİB dağılımı büyük oranda hipo-tiroid göstermekte olduğundan egzersiz, koşmanın TİB üzerindeki etkileri kapsamında hipo-tiroid en fazla araştırılan ve yazılan konu olduğu görüldü.

Hipo-Tiroid (Tiroid Yetmezliği) ve Koşu
Araştırma sonuçları ve uzman tavsiyeleri genelde egzersiz-yürüme-koşmanın fayda yönünde hatta mutlaka yapılması gerektiği şeklinde olmasına karşın, tipi, süre,  frekans ve şiddeti konusunda farklı önermelere de rastlanmaktadır. Bu konuda bir çok da kitap basılmış. Genelde uzun süreli ve yorucu egzersizler yerine kısa süreli interval ya da HIIT (High Intensity Interval Training) diye geçen patlamalı faaliyetler teşvik edilmekte. Bir benzetme için 1-10 skalasında, 1 en az efor, 10 üst limit olarak yapabileceği en sür’atli koşu olarak gözönüne alındığında, kişinin yaşı, sağlık durumu ve form durumuna göre çalışma şekli: Başlangıç olarak 1 dakika-5 seviyesinde ve müteakip her dakika birer seviye artırarak 10’a kadar çıkılıyor, sonra 6’ya düşülecek ve tekrar proses sürdürülecek, 3-4 set, yani toplamda 15-20 dakika. İlerleyen çalışmalarda bu seviye daha da artırılabiliyor duruma göre. fakat burada çok dikkatli olmak gerekiyor: Yavaş yavaş ve vücut dinlenerek koşulacak, herkes kendine göre ayarlayacak koşunun ayarını, başkalarına bakarak ya da sözlerine dayanarak daha gevşek ya da vücudu strese sokacak, sakatlık oluşturacak hareketlerden kaçınmak gerekiyor4. Diğer bir nokta da diz ve eklem ağrıları ve sakatlıkları hipo-tiroid bozukluklarının şikayetlerinden olduğundan koşmayı usulünce yapmak gerekiyor. Bu noktada “koşmak dizlere zararlı” diye çıkarılan dedikodulara da yanıt olmak üzere “yanlış koşu dizlere zarar verir” her işin yanlış yapılmasında karşılaşılacağı gibi. Bu noktada nasıl yanlış koşulur, yıllardır koşuyoruz ya da koşanları görüyoruz diyenlere yanıt: Koşmak o kadar kolay ve basit değil. “Nasıl Koşulur” konulu ayrı bir yazıda ele alınacak fakat en temelinden ayağın yere basış açısı, içe-dışa basma, topuk-burun şekli, adım uzunluğu, dakikada adım sayısı ve diğer bir çok biyo-mekanik uygulamalar öğrenilmesi gereken temel derslerden.

Hipo-Tiroidizm sağlıklı olma yolunda bir çok engel ve tehlikeler oluşturabilir. Yorgunluk, eklem ağrıları, depresyon, kalp ve dayanılması güç daha bir çokları. Hipo-Tiroidin bu yıldırıcı semptomları ile uğraşırken bir de düzenli egzersiz, koşu yapmak çok zor görünebilir. Bununla birlikte usulüne, kendi formuna ve vücudun durumuna göre düzenli bir çalışma rutinine girildiğinde hipo-tiroid, hiper-tiroid, guatr ve hatta diğer yazılarda bahsedilen diz, eklem, kalp, şeker, obezite, psikolojik bozukluklar hepsinde toptan bir iyileşme gözlenmeye başlandığında bütün bu meşakkate değer bulunacaktır. Ayrıca belki de internette hiç bahsedilmeyen diğer bir konuda, bu şekilde elde edilen sağlık özellikle kendinden sonra nesil verecek gençlerin genetik yapısına “Epi-ilave” olarak yazılacak ve ana-babadan gelen hatalar kapatılmış olabilecektir.

Hiper-Tirod (tiroid yüksekliği, Grave Hastalığı)  Bu durum tiroid bezinin çok aktif olmasıdır. Genelde TSH çok düşünce kanda tiroid görmeyen vücudun sürekli T4 ve T3 üretme durumudur. Metabolizma çok çalışır, termostatı bozulmuş ısıtıcı gibi, bu da yorgunluk, kilo kaybı, kalp çarpıntısı gibi sıkıntı yaratan bir duruma iter vücudu. Hipertiroidizm ile yaşamda diyet ile birlikte egzersiz yapmak ve koşmak önemlidir. Genelde tiroid hastaları için egzersiz ve koşuların doğru şekilde ve dozda yapılması önemli. Bu nedenle doktor tavsiyesi ve en önemlisi vücudun kendini dinlemesi ile oluşturulacak programlar izlenmelidir.  Grave hastalığında aşırı terleme, hızlı kalp atışı, uyku sorunları ve tiroid bezinin büyümesi smeptomları gözlenebilir.

Egzersizin yararları: Hipertiroid teşhisinden sonra egzersiz ve koşu tedavinin bir parçası olması öneriliyor, uzmanlarca. Bazı durumlarda hipertiroidizm osteoporosis yani kemik erimesine yol açabiliyor. Bunu önlemek içinde sağlıklı diyet ve kalsiyum desteği yanında ağırlık ve koşu egzersizleri  çok faydalı.

Guatr, tiroid bezinin bir nedenden dolayı normalden fazla büyümesidir. Ana sebep olarak iyot eksikliği gösterilir. Çok çeşitli tedavi yöntemleri yanında  boyun egzersizleri, yürüyüş, jogging gibi egzersizler de önerilmekte.

Hashimoto hastalığı ise kendi bağışıklık sistemimizin tiroide saldırması. Guatr, kalp hastalıları, mental  bir çok soruna yol açabiliyor. Ancak hastalık öncesi ve sırasında yapılacak egzersiz ve koşular olumlu etki yapabiliyor. Bu hastalığa yakalandıktan sonra kendini spora veren ve ultra-maraton koşan kişiler var. 

“American College of Sports Medicine” hiper tiroid hastaları için önerdiği egzersiz çeşitleri: Haftanın beş günü günlük 30-60 dakika arası spor. En çok önerilen egzersiz çeşitleri ise vücudun geniş kaslarını çalıştıran bisiklet, yüzme, dans, jogging.  Bu faaliyetler arasında şinav, mekik, barfiks gibi güç çalışmaları, bağ-bahçede çalışma, tabi imkan varsa faydalı deniyor.

Bu şekilde tiroid sorunu ile birlikte çok daha iyi bir sağlık ve forma da kavuşulmuş olacaktır. Kolay gelsin… Ankara, 8 May 2018

1The Incidence and Prevalence of Thyroid Dysfunction in Europe: A Meta-Analysis, Ane Garmendia Madariaga  Silvia Santos Palacios  Francisco Guillén-Grima Juan C. Galofré, The Journal of Clinical Endocrinology & Metabolism, Volume 99, Issue 3, 1 March 2014, Pages 923–931, https://doi.org/10.1210/jc.2013-2409, Published: 01 March 2014

2Risk and prevalence of thyroid disorder among Indian population: A meta-analysis, Ankita Sharma, V. K. Shivgotra,  International Journal of Recent Trends in Science And Technology, P-ISSN 2277-2812 E-ISSN 2249-8109, Volume 26, Issue 2, 2018

3Prevalence of thyroid disease, thyroid dysfunction and thyroid peroxidase antibodies in a large, unselected population. The Health Study of Nord-Trùndelag (HUNT) T Bjùro , J Holmen,  KruÈ ger, K Midthjell , K Hunstad , T Schreiner , L Sandnes and H Brochmann, European Journal of Endocrinology (2000) 143 639±647 ISSN 0804-4643.

4Exercising with Thyroid Disease: Breaking the Exercise Barrier

Alerjiden Koşarak Kurtulma

Baharın güzellikleri ve tazeliği ile gelen olumsuzluklardan biri nerede ise toplumun yüzde otuzunu etkileyen alerji hastalığıdır. Vücudun bağışıklık sisteminin her hangi bir maddeye karşı gösterdiği aşırı hassasiyet reaksiyonudur, alerjiler.

Alerjiye yatkın insanlar ‘atopik’ olarak adlandırılır. Atopi bir hastalık olarak değerlendirilmez fakat kalıtsal bir özelliktir. Dönemsel alerjilerin en fazla görüldüğü zaman bahar aylarıdır. Bu dönemde ağaç polenleri, otlar, çiçekler ve çay polenleri rüzgarın da etkisiyle sık sık yer değiştirdiği için özellikle mevsimsel alerjisi olan kişiler için en zor zaman dilimidir. Bahar mevsiminde havaya yoğun bir şekilde bitki polenleri karışır. Polenler havaya karıştıkları için bu dönemde özellikle gözler ve solunum sisteminde alerjiler görülür. Yerleşimlerine ve mevsime göre çok değişiklikler gösterirler. Ağaçlar yaz başından ortasına kadar, çimenler ilkbahar sonu yaz başı, otlar yaz sonu sonbahar başı artan alerji sebebidir. Bu problem kendisini en sık bahar nezlesi, bazen de astım şeklinde gösterir. 

Egzersiz ile tetiklenen astım (Exercise-induced asthma -EIA) ağır egzersiz nedeniyle nefes alma yollarında oluşan geçici daralma sonucu solunumda sisteminde yaşanan bir hastalık. Bu durum egzersiz sırasında başlayabileceği gibi egzersiz bittikten sonra da kendini gösterebilir. EIA egzersizden saatler sonra da (4-12 saat) ortaya çıkabiliyor. EIA, Astım hastalarının %90 ve bahar nezlesi olanların %50’sinde görülebiliyor, yaklaşık olarak.

Bu nedenle astım hastası olanların ve bahar aylarında polenlerden kaynaklanan alerjilerden etkilenen kişilerin kendilerini koruyacak önlemler almaları gerkmektedir.

Fakat nasıl?
İlaç kullanmak hem tam olarak sorunu çözemiyor hem de süreklilik gerektiriyor. Evden çıkmamak da bir seçenek olarak önerilse de çalışanlar ve başka nedenlerle dışarı çıkma gerekliliği bu öneriyi dışarıda bıraktırıyor. O zaman sürekli göz ve burun temizlemek, sürekli “hırk, hırk!” burun çekmek kalıyor geriye, başka çare yok!

Acaba?
Şimdi sıkı durun: Tayland’da yayınlanan bir araştırmada KOŞMA’nın alerjik semptomları hafifletmeye yardımcı olabildiği tez olarak sunulmuştur1. Alerjiden muzdarip olanlar 30 dakika koştuktan sonra, hapşırık, tıksırıklar, burun akmaları ve kaşıntıları, tıkanıklık sorunları, hepsi yüzde 70’ ten fazla bir oranda azalmakta.

Bir teoriye göre kardiyo egzersizleri burun ve genizdeki inflamatör proteinleri baskılıyor. Bilim insanları orta düzey bir ritim ile kalbi  limitlerinin2 yüzde 65-70 içerisinde kalacak bir koşu ya da uygun egzersiz önermekteler. 

Mükemmel Egzersiz
EIA olsun, polen-bahar alerjileri olsun herkese birebir önerilecek bir egzersiz söylenemiyor.  Püf noktası sevebileceğiniz ve yapmakla kendinizi iyi hissedeceğiniz birini bulup ortaya çıkarmaktır. Çok hafif yürüme-jogging, hafif ağırlık egzersizleri çok nadir EIA tetikler. Genelde nemli ve ılık bir ortam sunan kapalı havuzda yüzme, açık havada yapılacak koşu ve bisikletten daha fazla tolere edilebilecek tiplerdir.  Uzun süreli dayanıklılık-tipi egzersizler kısa süreli, futbol, basketbol, yüksek yoğunluklu sprintlerden daha iyi tolere edilebiliyor.

Egzersizin Faydaları
EIA, ya da başka alerjik hastalıklara genetik olarak yatkın olan atletler uzun süre yaptıkları antrenmanlar nedeni ile solunum yollarının egzersize daha fazla adapte oluşlarından dolayı, bu duruma daha dayanıklı olurlar. Diğer bir iyi haber ilaçlarını gerektiği gibi kullanan, düzenli egzersiz yapan-koşan ve aerobik faaliyetlere katılan alerji ve astım hastaları bile, astım ya da alerjisi olmayan sedentar kişilere göre daha güçlü, sağlıklı akciğer işlev ve kapasitesine sahip olurlar. Egzersiz-koşma solunumla ilgili kasların da daha etkin çalışmasını sağlar. Diğer taraftan egzersiz tansiyon üzerinde de düşürücü ve iyileştirici etkisi olduğundan, bu durumda olan kişilerin tansiyon ilacı kullanma gerekliliğini ortadan kaldırdığından bu ilaçların yan etkilerinden de kurtarır. Ayrıca kolesterol seviyesini düşürür, endorfin salınımı ile iyi bir ruh hali sağlar ki, tüm bu olaylar alerji ile mücadeleye katkıda bulunacak gelişmelerdir.

Bu etkileri daha da hafifletmek için özellikle açık hava koşularında uygun zaman seçimi önemli. Dr. Nguyen3 dışarıda koşmak ve egzersiz yapmak isteyenler için  sabah ve öğleden öncelerden kaçınmalarını öneriyor. Çimenler, ağaçlar  ve diğer bitkiler polenlerini güneş doğarken göndermeye başlarlar ve bu süreç öğleden önce en üst düzeye erişir. Bu nedenle ikindiden sonra ve akşamları koşu alerjisi olanlar için daha uygun.

Ayrıca hava tahmin sitelerinin alerji mağdurları için “POLEN TAHMİN” bilgileri verdiğini biliyor muydunuz?

Koşu ve egzersizleri açık havada yapmadan önce planlamanızı  uygun gün ve günün uygun zamanına göre yaparsanız hem koşunun her türlü faydasından yararlanma, açık havada hem alerji tedavisi, hem de diğer olumlu etkilerinden yararlanma ile elde edilecek fayda optimum seviyede tutulmuş olabilir.

Üzerinizde ve giysilerde birikecek   polenleri ertesi güne devretmemek için, bazıları için biraz lüks olsa da her koşu ya da dışarıdaki faaliyet sonrası yıkamak faydalı olacaktır.

Polen mevsimi dışında, ki bu çok daha uzun bir dönem yaşanılan yere göre, araştırma tezinde belirtilen çok daha fazla egzersiz, koşu ile burun ve solunum sistemi iyileştirilmesi sağlanmalı, riskli polen döneminde de biraz tedbir ve biraz da dikkat ile açık havada olmasa bile kapalı mekanlarda metabolizmayı güçlendirmek, belkide yıllarca süren alerji testleri, antihistaminik gibi ilaç kullanımını ve en önemlisi yaşam kalitesindeki bozulmaları önlemede rasyonel bir davranış biçimi olarak benimsenebilir.

Görüldüğü gibi, yaşamın bize sunduğu nimetlerden daha fazla faydalanmak başta sağlık olmak üzere  her türlü hastalık, sorunun çözümünde en önde gelen koruyucu ve iyileştirici tedavi aktörü olan egzersiz ve koşu için bahane üretmek yerine, sadece biraz plan, bilgi ve gayret mutlu olmak için yeterli gibi. Merzifon, 1 Mayıs 2018

1 The effect of acute exhaustive and moderate intensity exercises on nasal cytokine secretion and clinical symptoms in allergic rhinitis patients. Tongtako W., Klaewsongkram J, Jaronsukwimal N, Buranapraditkun S, Mickleborough TD, Suksom D. Faculty of Sports Science, Chulalongkorn University, Bangkok, Thailand. Asian Pac J Allergy Immunol. 2012 Sep;30(3):185-92.

2 Bu konuda farklı yöntemler kullanılmasında rağmen gençler için  için yaklaşık 140-150 bpm, kendini genç zanneden orta yaşlılar için 130-140 bpm, özellikle başlangıç aşamasında, yeterli olacaktır.

3 Dr. Myngoc Nguyen, MD, chief of allergy at Kaiser Permanente Medical Center, Northern California.

Dizler ve Koşu-2

Yeni araştırmalar koşu yapmanın eklem iltihaplanması osteoarthritis ile mücadelede önemli katkısı olduğunu göstermekte.

Diz ve egzersiz, genelde koşu ile ilgili önyargılar ve bazı uzmanların görüşleri önceki yazıda ele alınmıştı. Özellikle son dönemde tüm dünyada olduğu gibi obezliğin en fazla arttığı ve normalde de  bilimsel araştırma ve yayınların en fazla yapıldığı ABD ve İngiltere kaynaklı yeni araştırma sonuçları KOŞMA fiilinin dizler için yararlı bir eylem olacağı sonucuna ulaşmaktadır. Ne zaman koşma ile ilgili bir sohbet açılsa,  ya da bu konuda bir yazı yazılsa, genelde koşmayan ve de koşmaya niyeti olmayan yakınlar ve bu konuda uzman olduğunu söyleyenler tarafından “ama dizlere zararlı olur” söylemi gündeme getirilir. Ancak tüm bu söylemlere karşın son araştırma bulguları koşucuların, sedentar denilen koşmayan akranlarına göre çok daha az osteoarthritis-eklem iltihabı geliştirdikleri yönünde ortaya çıkmaktadır.

2016 yılı sonunda European Journal of Applied Physiology’de yayınlanan  iki makalede: 

  1. Brigham Young Universitesi-Utah,ABD:  “Running decreases knee intra-articular cytokine and cartilage oligomeric matrix concentrations: a pilot study1″ ,
  2. Bangor Universitesi- Galler, UK: “The effect of vigorous running and cycling on serum COMP, lubricin, and femoral cartilage thickness: a pilot study2″,
    gerçekte koşmanın dizler üzerinde olumlu etkisi olduğu sonucuna varılmıştır.

Bu sonuçlar orijinal şekli ile :
Brigham Young Universitesi 
Running appears to decrease knee intra-articular pro-inflammatory cytokine concentration and facilitates the movement of COMP from the joint space to the serum.
Bangor Universitesi 
In the absence of ultrasonographic knee cartilage deformation, the response of serum lubricin and COMP following acute vigorous exercise indicates an increase in joint lubrication and cartilage metabolism, respectively, which appears largely independent of exercise modality.

Yani diyor ki: Koşu dizdeki inflamasyonu azaltmakta ve aşırı egzersiz halinde eklem yağlanması ve kıkırdak metabolizmasında artış sağlamaktadır. 

Bu konu beş yıl önce koşuya başladıktan sonra etraftan gelen duyumlar yüzünden kontrol için gittiğim çok iyi bir ortopedistin bana söylediği cümleleri hatırlattı.
-Sorum: Hocam, bu yaştan sonra koşam diyorlar yoksa dizleri kaybedersin
-Hocanın Yanıtı: Muayeneden sonra, “Sen o koşma diyen ve koş(a)mayanlarla birlikte 10 yıl sonra muayeneye gel ikinizin dizlerini karşılaştıralım, senin dizlerinin ne kadar güçlendiğini ve onların dizlerinin ise yaş gereği, fazla kilo ve hareketsizlikten dolayı paslanıp ne kadar geri gittiğini göstereyim”. 

Araştırma sonuçları 2016 yılında, benim bu konuda nadir değerli ortopedi doktorunun 2013 yılında söyledikleri ile uyuşmakta.

O zaman bu söylentilerin nedeni ne?
Bu konuyu “Diz hastalıkları (osteoporosis, osteoarthritis, runner’s knee) ve koşu” başlığında bilimsel, istatistik ve spor sağlığı açısından incelemek gerek ve yeterli gibi.

Diz hastalıkları ve sakatlıklar daha çok koşmayanlarda oluşuyor,
Nedeni basit:
Koşma sayesinde güçlendirilen kaslar eklemlerdeki yükü azaltıyor,
Artı koşu sayesinde verilebilecek her kilo 4-6 kati, (boya bağlı olarak yük=kuvvetxkuvvet kolu) olarak dizin üzerindeki yükü alıyor. Koştukça kıkırdak daha kalınlaşıyor ve diz çalıştıkça da daha çok korunma sağlanıyor.
Koşanlar yürümesini ve yere sağlam basmayı daha iyi öğreniyor ve düşme riski az oluyor. Runner’s Knee denen sorunlar daha çok koşmayanlarda, fazla kilo, çarpma, yanlış basma, ani hareketten, yürümeyi bilmemeden dolayı oluşuyor.
Koşmaya bağlı diz sakatlıkları genelde düz koşudan ziyade futbol, tenis gibi ani hareket gerektiren sporlarda maruz kalınıyor.
Kaldı ki KOŞMAK fiili çok farklı boyutlarda, çok farklı şekilde, farklı  frekansta ve şiddette yapılabilir.

Koşu stratejisi, planı, dinlenme, beslenme, duruş, nefes, ayak basma, adım genişliği (stride),  dakikadaki adım sayısı (cadence),  diz açısı, kol pozisyonu, o kadar çok teknik konular var ki. En basit bir koşu için bile “warm up sonrasında cooldown” seansları, stretching, yüzlerce teknik detay var.
Dört harften oluşan basitçe “Koşu” derken: Günde yarim saat 6 Km/saat sür’atle 3-4 Km ve haftada bir-iki kez koşmaya da koşu deniyor, biraz hızlı yürüme olan jogging’de koşu sınıfında,  ortalama bir amatör gibi haftada 60-80 Km, en az 12 Km/saat, günde 1-2 bazen 3 saat koşmak ya da bir seferde 250Km ve bunun antrenmanı için haftada yuzlerce km. koşan ultra-maraton koşucuları Aykut Çelikbaş, Mert Derman yaptıklarına da koşu deniyor.  
Ayakkabı: Mesafeye ve kiloya göre ayakkabı secimi ayrı bir uzmanlık ve dizleri etkileyen önemli bir yardımcı, kilo ve boy durumuna, dizlere binen yüke, ayak basış sekli: pronation, supination (ice basma-dışa basma), zemine, göre, ve tabi ekonomik duruma göre altı ayda bir yenilenmesi önerilen pahalı spor ayakkabıları da özenilecek konulardan.
Koşu için seçilecek zemin, yani bize pek uymayan bu sıcakta yüzlerce incelenmesi, okunması, öğrenilmesi gereken konular.
Bu konu Kalp ile birlikte en fazla irdeleyeceğim konu olacak, çünkü hemen pat diye olaya başlanması zaten sakat, usulüne uygun ve yavaş yavaş olacak. Koşu ya da spor başlamadan önce en önemli 2 konu Kalp, stres testi ve diz kontrolü mutlaka yaptırılacak.

Bu kadar detay göz korkutmasın, olay sadece basit bir koşu. Bunun için önce yürüme öğrenilecek yeniden, sonra yavaş yavaş koşma öğrenilecek, eğer önemli bir sorunumuz yok ise. Bunun için özellikle büyük şehirlerde “Mastırlar ya da veteranlar” denilen koşucu eskileri hem teknik hem taktik bilgi verdikleri gibi, haftanın belirli günleri toplu koşular düzenliyorlar. Yeni gelenler büyük bir hararetle karşılanıyor. Bunun için bulunduğunuz şehirdeki master atlet ya da veteran atlet kelimeleri ile arama yapmak ve çıkan sitedeki numaraları aramak yeterli oluyor.

Gelecek ve genetik bilim ışığında yeni ortaya çıkan bazı bilimsel gelişmeler ve öğrenimlerden EPIGENETIC’teki gelişmeler konuyu daha da ileri taşıyor. EpiGenetic mevcut yapımız, yaşam kalitemiz ve gelecek nesillere etki edecek bir konu. Genlerimizin, DNA’larımızın yapacağımız ya da yapmayacağımız faaliyetlere göre yeniden bir üst derecede kodlanması ve fenotip olarak etkilenen bu özelliğin gelecek nesillere bu şekli ile aktarımı. Bize anne babamızdan aktarılan DNA kapsamında oluşan fenotipimiz, yani özelliklerimizin, kendi yaptığımız faaliyetler ve çevre etkisi ile devreye alınıp alınmayacağı genlerimize ilave kod olarak yazılıyor ve bu da çocuklara aktarılıyor.

1 Running decreases knee intra-articular cytokine and cartilage oligomeric matrix concentrations: a pilot study.
Hyldahl RD., Evans A., Kwon S., Ridge ST., Hopkins JT, Seeley MK., Department of Exercise Sciences, Brigham Young University, Robinson E., Utah Valley Sports Medicine and Orthopedics,Eur J Appl Physiol. 2016 Dec;116(11-12):2305-2314. Epub 2016 Oct 3

2 The effect of vigorous running and cycling on serum COMP, lubricin, and femoral cartilage thickness: a pilot study. Roberts HM, Moore JP, Griffith-McGeever CL, Fortes MB, School of Sport, Health and Exercise Sciences, Bangor University, Bangor, UK., Thom JM, School of Sport, Health and Exercise Sciences, Bangor University, Bangor, UK., School of Medical Sciences, University of New South Wales, Sydney, Australia.
Eur J Appl Physiol. 2016 Aug;116(8):1467-77. doi: 10.1007/s00421-016-3404-0. Epub 2016 Jun 1.
 

Dizler ve Koşu-1

“Bu kitabın çok satması için bir hekim olarak size koşmanın sağlığa zararlarını anlatabilirdim. Koşuyorum Öyleyse VarımKoşarken, olur ya dizlerinizi sakatlarsınız siz en iyisi yürüyün diyebilirdim… Ama bunu yapmayacağım… Ben size koşun diyorum… Neden mi? Çünkü:…” diyor ve neden, nasıl koşacağımızı anlatıyor bir tıp uzmanı ve Türkiye’nin ilk çöl ultra maratoncusu, endokrinoloji, metabolizma ve diyabet uzmanı, Türk Obezite Vakfı Başkanı  Prof. Dr. Taner Damcı, yeni çıkan kitabı  “Koşuyorum Öyleyse Varım” da.

Koşma-Running, Jogging fiilinin kendisinden bile fazla konuşulan, manipüle edilen ve üzerinde bilgili, bilgisiz; koşan, koşmayan her kesin bir algısı olduğu ve yorum yaptığı bir konudur. 

Gerçekte de koşma fiilinde ayaklar taşıyıcı olmakla birlikte basit olarak diz ve kıkırdak, bunları destekleyen kalp ve damar baş aktörlerdir. Genç olsun, yaşlı olsun, spora ve koşuya başlamadan zaten bir genel kontrolden geçmelidir; genetik olarak bir sorun var mıdır, hali hazırda mevcut bir sorun var mıdır, koşmaya anatomik olarak uygun mudur gibi soruların yanıtı alınmalı ve buna uygun olarak eskilerin tedricen dediği bir biçimde adım adım hız-frekans-şiddet uyarlanmalıdır, dünya çapında bir koşucu olmak ya da sadece kardio ve fit olmak için başlansa bile. Her ne kadar insan oğlu koşu üzerine gelişimini devam ettirmiş ve yıllarca avların peşinde koşmuş olmasına rağmen genetik değişimler, ortam, yaşanılan sakatlıklar, kazalar herkesin bu işe uygun olmasını gerektirmez. Ancak Boston Maratonunda eli-bacağı olmayan kişilerin takma ayak ya da araçlarla 42 Km koşmasını izledikten sonra, çok büyük bir engel yoksa her halükarda koşulabileceğini fakat koşma şeklinde uyarlamalar yapılması gerektiğini düşünüyorum.

Kalp hastalıkları ve koşma ayrı bir makalede ele alınmıştı. Diz ile ilgili olarak rastlanılan başlıca hastalık, sendromlar:

  • Osteoartrit (OA) eklem kıkırdağının bütünlüğünün bozulmasına ek olarak
    subkondral kemik değişiklikleri ile ilişkili hetrojen bir grup problem olarak
    tanımlanan en yaygın artrit formudur.
  • Kemik erimesi (Osteoporosis), yaşlılarda ve genellikle kadınlarda görülen kemiklerin zayıflaması arazıdır. 
  • Genellikle koşucu dizi olarak adlandırılan fakat çoğunlukla koşmayanlarda daha yaygın olan patellofemoral ağrı sendromu (PFAS), diz kapağının altında ve çevresindeki ağrıyı ifade eder. 

Bunların dışında gerçekten koşucu olduğum son beş yıllık döneme ait olup başlangıçta her acemi koşucunun başına gelebilecek bilinçsiz antrenmanlardan dolayı yaşadığım ve internet üzerinden kendi kendimi tedavi ettiğim kalça, ayak, bacak kemik ve eklemleri ile  ilgili sorunlarda yaşadım: İliac Crest, Shin splint, Ham String ve Quadriceps, tırnak morarması vb. ancak bu konular daha gelip geçici olması ve diz kıkırdağındaki yaralanmaların geri dönüşü, yapay değişim hariç  şimdilik, olmaması, nedeniyle, diz ve koşu irdelendi. Konu önemli olduğundan bir kaç parça halinde incelendi. Sanırım bu konudan epey malzeme çıkacak gibi. Öncelikle uzmanlar ne demiş toparlamak istedim:

“Live Science” gelecekle ilgili yayınlar yapan ve Yahoo!, MSNBC, AOL, and Fox News, gibi önemli haber kanallarına haber veren önemli bir site (https://www.livescience.com/) .  Bu sitede yer alan haftanın konusu  egzersiz ve doğal olarak koşu sporunun dizler için kötü olup olmadığı uzmanlara sorulmuş.
Alınan yanıtların özeti:

Dr. Lewis Maharam, fellow of the American College of Sports Medicine:
Kocakarı masalı olarak arthritis olup olmamanıza  ebeveynleriniz karar verir- yani genetik.
Jogging ya da koşu arthritise neden olmaz. Eğer arthirits olduznuz ve kemikler bir birine sürtmeye başlamışsa ve kıkırdak gitmişse koşmak olayı daha da kötüleştirecektir.
Eğer koşma ya da jogging yapıyorken hissettiğiniz acı sizin koşma şeklinizi değiştiriyorsa durup doktora gitme zamanıdır artık.
Gerçekte koşma geleceğin potaniyel arthritis hastaları için o yıllarda daha aktif olmalarınsa yardımcı olur. Dizlere uygulanan baskı, dizlerin hareketini sağlamak için daha fazla sıvı gelmesini sağlar.

Dr. Stephen G. Rice, Director of Sports Medicine at Jersey Shore University Medical Center:
Her koşucunun sonu arthritis olmaz.
Kalça kemiği, kaval kemiği, topuklar ve dizler vücudun yükünü ve hareket mekanğini sağlayan parçalardır. Burada tam ortada dizlerde yer alan kıkırdakar kemiklerin sürtünmesini engeller. Ancak zamanla binen baskı ve yanlış hareketler kıkırdağın bozulmasına neden olabilir. Bu da kemiklerin (femur-tibia) birbirine sürtmesi ve arthrits denen dizlerde çok acı veren ve her türlü hareketi engelleyen bir hastalığa neden olur.
Ne kadar hafif olduğunuz ve yere nasıl bastığınız bu noktada önemli. Her insaın yere basış şekli farklıdır. Yere ağır basan kişler ilave bir kuvvet oluşturur bu diz ve kıkırdak üzerinde.
Koşma yüzünden yere vurdukça arthritis başlangıcına neden olabilirsiniz. Ancak, aktif, spor yapan ve fit birisi arthritise karşı en etkin tedaviyi yapmaktadır. Bilinçli koşma, düzgün bir yükleme ve aktif yaşam biçimini benimseme ile dizlere yük bindirme arasında bir orta nokta vardır.
Genetik olarak arthritis riski olanlar için şimdilik kötü haber ne yaparsa yapsınlar eninde sonunda arthritis onları bulacaktır (Not: Bence en yeni bilimsel araştırmalar kapsamında EpiGenetik olarak bu genler sporla bir şekilde kapatılabilmektedir)

Chris Troyanos, certified athletic trainer and the medical coordinator for the Boston Marathon:
İnsanlığın doğası gereği KOŞMA bir çok insan için iyi ve sağlıklı bir faaliyet olmasına karşın nasıl başlandığı ve yavaş bir gelişim gösteren bir durumdur.
Ancak, bazı bedenler koşmaya uygun olmayabilir. Örneğin aşırı içe basan ayak tipi olanlar  koşmaya yeltendiklerinde bu durum daha da aşırı hale gelir. Bu da ayaklar ve dizler üzerinde baskı oluşturur, yani bu kişilerin vücutları doğal olarak darbe emici yani amortisörlü değildir.
Diz şekli bozuk olan kişiler için de koşma bir sorundur.
Koşmaya niyetlene kişi önce yürüme ile başlamalı ve sonra yavaş koşu, jogging faaliyetine terfi etmelidir. Daha sonra daha hızlı koşu şekillerine geçilebilir. Ancak bu kademeler arasında giderken vücudu dinlemek önemlidir.

Dr. Jon Schriner, faculty member at Michigan State University
Bu konu belirsiliğini korumaktadır. Bazıları koşmanın dizler için kötü bazıları olmadığını savunur. Ancak bilinen bir gerçek kilolu kimseler arthritis riskine daha fazla maruzdur. Dizlere binecek ilave her kilo, vücut kilosu ya da taşınan yük olsun koşarken dizlere dört karı olarak yük bindirir.  Örneğin seksen kilo birinin her adımda dizine 320 kilo yük biniyor.

Bu durum kişinin koşma şekline de bağlı: ayağınızı ne kadar yukarı kaldırıyorsunuz, yere nasıl vuruyorsunuz. Adım uzunluğu ve sayısı.
Koşunun diz üzerindeki etkileri konusunda faktörler, vücut ağırlığı, vücut yapısı, ayakkabı seçimi, koşu tekniği-çok fazla çok hızlı çok kısa sürede.
Çok abuk limitler haricinde koşunun arthritise neden olduğunu gösteren deliller yok. Fakat soru bu abuk limitler nereye kadar? Ultra Maratoncular, çok kısa zamanda çok hızlı ve çok uzun mesafe koşan taze maratoncular için dizlerde sorun yaşama riski olabilir, ancak diğer maraton koşanlarda bir problem görülmüyor

Bazı uzmanlar 40-50 yaşlarındakilerin koşu olayını “cross-training” denen yüzme ve bisiklet faaliyetleri ile kombine ederek gitmelerini ve bu şekilde fiziksel, kardiyo ve diz açısından  fit kalmalarının uygun olduğunu söylüyor.
Genel olarak dizleriniz sağlamsa ve makul, mantıklı, bilinçli şekilde koşuyorsanız dizlerinizi sakatlamanız için bir neden yoktur. Eğer dizlerde ağrı hissetmeye başlarsanız daha fazla risk almamak için bir doktora fakat SPOR DOKTORUNA görünmeniz iyi olur.

Dr. Michelle Wolcott,  associate professor at the University of Colorado School of Medicine:
Eğer arthritise yol açabilecek bir yaralanmaya maruz kalmadı iseniz , bir kemik kırılma ya da bağ yırtılması yaşamamış iseniz, arthritis olma riskiniz minimumdur.

Dizlere yük bindiren koşma gibi egzersizlerin osteoarthritis ve ostheoporosis önlemeye yardımcı olduğunu biliyoruz. Sürekli tekrarlanan yükleme ve hareket etme dizlere, eklemlere faydalıdır ve koşma aslında tamda bunun içindir.
İlave kilolar koşunca dizler için olayı güçleştirebilir ya da yapmaz. Eğer yağsız bir vücuda sahipseniz eklemleri ve kemikleri destekler.Eğer bu ağırlık kaslardan değil de yağlardan geliyorsa bu dizlere ilave stres ekler.
Obezlik osteoarthritis oluşumunda önemli bir rol oynar. Kıkırdak üzerine fazla yük koyduğunuzda zamanla kıkırdağı parçalar. Ostheoarthritis konusunda genetiğin önemli rolü vardır. Eğer ailede bu hastalık seyrediyorsa koşma yerine başka uğraşlar bulmak daha faydalı olacaktır.

Eğer arthritise maruz kalacak bir olayınız yok ise, sağlıklı dizlere ve sağlıklı bir kiloya sahipseniz KOŞMA arthritis riski oluşturmaz. Bu konuda benim her zaman mücadele içinde bulunduğum büyük bir yanlış anlama ve algılama vardır. Tek başına koşmanın tek başına arthritise neden olduğu konusunda hiç bir kanıt bulunmamaktadır. Koşmanın diz ağrılarına neden olduğunu söyleyenler genelde daha önceden diz sakatlığı bulunan kimselerdir…Ankara, 29 Nisan, 2018

Kalp-Damar Sağlığı ve Koşu_3_Beyin Etkisi

Yepyeni bir güne başlarken temiz havada erkenden yapılacak bir koşu ya da stresli bir gün sonunda bir yürüyüş yaptığımızda kafamızın açıldığını hissederiz. Bu his sadece kafamızın içi ile de sınırlı kalmaz, kasların açıldığı, diğer vücut sinyallerinin de iyileştiğini hemen fark ederiz.

Neden koşarken ya da koşudan hemen sonra daha iyi düşünebildiğimizi hissederiz?
Scientific American Mind dergisinde  ki bir makalede1 bunun nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte kan akışı ile ilgili olduğu belirtilmekte.  Araştırmalar koşu sırasında  beyin dahil dolaşım sisteminin uğradığı vücudun tüm bölgelerinde kan basıncı ve akışının artığını göstermekte. Bu zaten hızlanan metabolizma için doğal bir sonuç; normalin 2-3 katı hıza çıkan atım sayısı ve genişleyen damarlar sayesinde tüm sistem hızlanır.  Sisteme gönderilen fazla kan daha fazla enerji ve oksijen demek. Bu da beynin ve diğer organların daha iyi performans göstermesini sağlayacaktır.

Diğer bir yaklaşım ise mental kapasitemizi artırmasında  ter akmasının nedeni  hipokampusun(hippocampus) egzersiz ve koşu sırasında aktivitesinin epey artması şeklinde. Bu yapıdaki nöronların hızının artması ile bizim kavramsal fonksiyonlarımızın arttığını göstermiş, araştırmalar. Farelerle yapılan bir çalışmada koşmanın boyutsal öğrenmeyi artırdığını ortaya çıkarmış. Son dönemde yapılan araştırmalar yaşla beraber ortaya çıkan hipokampusun büzülmesi egzersiz ile tersine çevrilebildiğini ortaya koymuş. 

Karen Postal’a2 göre egzersiz bellek ve dikkat gelişiminde en etkin yol. Yıllardır egzersizin Alzheimer gibi hastalıklara karşı koruma sağladığı bilinmekte. Düzenli olarak egzersiz yapanlar %50 oranında daha az demans geliştirmekte. Artık bunun nedeni bilinmekte: egzersiz yaptığımızda hipokampusta -beynin yeni bellek kapısı – yeni beyin hücreleri oluşmakta.

Avusturalya’da 2018 yılında yayınlanan bir makalede3 konu şu şekilde açıklanmakta: “Bir konu gayet açıktır: Haftada en az 150 dakikalık orta-hızlı düzeyde bir fiziksel aktivite kişiyi kısa dönemde daha uyanık tutacak ve uzun dönemde ise olası mental bozukluklardan koruyacaktır.”

Business Insider, Kevin Loria, 28 Mayıs 20184 yazısında araştırmaların koşmanın çocuklarda bellek ve odaklanmayı geliştirdiği, gençlerde aynı etki ve ilave olarak “task switching- bir anda birden çok işe odaklanabilme ve geçiş yapabilme yetisi- artırdığı, ileri yaşlarda olanlar için bu tip faaliyetin bellek, odak ve task-switching gibi kavramsal konularda önemli yararlar sağladığını belirtmekte.

Bu konuda -Benefits of Running Mind Brain- kelimeleri ile sadece son 1 aya ait yazıların listelenmesini istediğim web taramasında ortaya çıkan akademik ve günlük yazıların sayısı çok fazla, fakat hep aynı paralelde.

Bu yazıya başlarken kendi koşu deneyimlemem ile hissettiğim  kalp atışımın dakikada 170’lere çıkması ile aynı pompa (kalp) aynı miktarda -5 litre- kanın normalden 3 katı bir etki yapıyor olacağını düz mantıkla beklemekteydim. Ancak basit bir literatür ya da web taramasında bunun çok  daha ötesinin bilimsel olarak ortaya konulduğu, bu bire-üç performans artırımının sadece beynin anlık çalışma hızını değil çok daha fazla etkileri olduğunu gördüm. Kısa vadede beynin ve zihnin açılması, stres ortadan kalkması, DNA yapısının, hipokampus dolayısı ile bellek yenileme ve artımını, telomer bozulumunu bile olumlu etkilendiğini gördüm.

Mental hastalıkların, doğuştan olsun, yaşlanmaya bağlı gelişecek olsun koşu ile iyileştirilebileceği bütün yazılarda yer almakta.  Bence daha da önemlisi çocuk ve gençlerde koşu ile zihinsel kapasitenin önemli oranda artırılabileceği, odaklanma, birden fazla işe adapte olabilme-task switching- çok daha fazla eğitim başarısı, ruh ve beyin sağlığı ve bunların epigenetic olarak kendi genlerine yeniden kodlanması gibi konularda önemli kazanımlar sağlanabileceği özellikle son zamanlarda yapılan bilimsel araştırmalarda ortaya konulmaktadır.

Bu bilgi birikimi, koşu-egzersiz deneyimi ve kendi çapımda yaptığım araştırmalara dayanarak çoluk-çocuk, genç-yaşlı, kadın-erkek herkese bu sitede yayınlanan diğer yazılarda bahsedilen  metabolik fonksiyonlarını, özellikle de akıl sağlıklarını düşünerek hemen koşmaya davet edebilirim, tabi usuletle ve de suhuletle…Ankara 3 Haz 2018

Why is it that I seem to think better when I walk or exercise, Emily Lenneville,  3 Haz 2018 tarihinde indirildi.

2 Dr. Postal is board certified in neuropsychology and pediatric neuropsychology. She is a clinical instructor at Harvard Medical school where she teaches postdoctoral fellows in neuropsychology.  She is the president of the American Academy of Clinical Neuropsychology. 

3 Science Report How exercise can boost your brain function, May 22, 2018,  3 Haz 2018 tarihinde indirildi.

4 8 key ways running can transform your body and brainBusiness Insider, Kevin Loria, 28 Mayıs 2018,3 Haz 2018 tarihinde indirildi.

Kalp-Damar Sağlığı ve Koşu_2

Üç yüz yıl önce meşhur (zaten meşhur olmasa bugün adından bahsedilmezdi) İngiliz Fizikçi Thomas Sydenham şöyle demiş: “Kişi damarları kadar yaşlıdır”. 21 nci yüzyılda bilim eriştiği bu noktada bu söylemi  sadece biraz değiştirerek ilave yapılabiliyor: Sağlığınız ancak damarlarınız kadar iyi durumdadır.

Konu ile ilgili önceki makalede damarlardan kısaca bahsedilmişti. kalbin hatırına; ancak damarlar aslında o kadar uzun ve karmaşık ki: Eğer bir insanın dolaşım sistemindeki tüm atardamar, toplardamar ve kılcal damarlar ucuca eklense  100,000 km uzunluğa yaklaşılmakta; dünya çevresi 40,000 km olduğuna göre iki-buçuk kez etrafını dolanabilir. Bir günde bir insanın sistemdeki kanı 19,000 km yol kat ediyormuş;ABD ya da Avustralya’ya gidiş-geliş kadar.

Dolaşım sistemi küçük kan dolaşımı (pulmonary) sayesinde kalp kirli kanı temizlenmek ya da oksijenle doldurmak üzere  akciğerlere gönderip, geri çeker. Bu olayda kanın katettiği yol kısa olduğundan “küçük dolaşım” ismi verilmiş olması gerekir. Büyük kan dolaşımı (large ya da systemic dolaşımı) ile kalp akciğerlerden gelen temiz kanı  aort vasıtası ile tüm vücuda gönderir ve sonra (olayın temiz kanın pompalanması ile başladığı kabul edilerek) kirlenen, oksijeni biten kanı toplardamarlarla tekrar geri çeker.  Küçük dolaşım sağ karıncıktan başlayıp sol karıncıkta biten akciğerlerle kalp arasında ve  büyük dolaşım kalbin sol karıncığından çıkan kanın dağıtılıp tekrar sağ kulakçığa kadar geldiği iki kapalı döngüye verilen isimler. Yaklaşık her dakikada bu 5 litrelik tüm kan, her atışta bir kısım olarak, damarlar yoluyla kalp tarafından vücuda basılır ve çekilir.

Vücut için toplar ve atardamarların bu dağıtım ve toplama işlevinin düzgün yerine getiriliyor olmasının yaşamsal önemi vardır. Atardamarlar kalpten pompalanan kanı tüm vücuda dağıtırken, ardından toplar damarlar da, adında anlaşılacağı üzere, dağıtılıp işi biten kanı tekrar kalbe geri taşıyan borucuklar. Ancak bu o kadar kolay değil. Bir şekilde tıkanır ya da hasar görürlerse, tıpkı kireçlenen ya da delinen su borularında olduğu gibi kan akışı engellenir ya da dışarı fışkırırsa felç, kalp hastalıkları, yüksek tansiyon hatta kalp krizleri ardı ardına başımıza gelebilir.

Koşmanın damarlara faydası
Kolesterol her ne kadar vücudun yapı taşları olarak gerekli olsa da, fazlası damarlarda yapışıp birikerek yolları daraltabiliyor. Kolesterolün iyisi, kötüsü var insanlar gibi. Hepimizin bildiği ve sürekli tartışma konusu LDL (kötü olanı) ve HDL (iyisi) oluşumunda koşma ve egzersizin önemli rol oynadığı araştırmalardan çıkan sonuç. Düzenli koşu ve egzersiz sayesinde HDL artarken, hareketsizlik ve tembellik LDL düzeyini artmasına neden oluyor. Yani kazan-kazan(win-win)  durumu.

Koşu ve egzersiz damarları elastik tutuyor. Bu şekilde daha fazla kan akmasını sağlıyor, daha fazla akış daha düşük tansiyon, daha fazla sağlık. Sağlıklı kan damarları vücudun ihtiyacına göre daralıp genişleyebilme özelliğine sahip oluyor. Bu da stres halinde bile tansiyon değerlerini  istenen seviyede tutmaya yardımcı oluyor.

Şişmanlamak ya da ilave kilo almak  kötü alışkanlıkların, kimine göre yaşam zevki, yemek-içmek, sonucudur. Çok fazla kilo alındığında oluşan yağlar damarları sıkıştırmaya başlar. Bu şekilde daralan damarlardan geçmeye çalışan kan yüksek tansiyon ya da felç olasılığı oluşturur. Koşmak kilo vermek için en etkili ve en basit bir yöntem, alışkanlıktır. Bu sayede kilo verdikçe damarlara daha fazla yer açılır ve  damarlar da genişleyerek olması gereken çaplarına ulaşır.

Koşarken ve egzersiz yaparken damarların açılıp genişlemesi doğal bir şekilde gerçekleşiyor. Egzersiz sırasında kaslar daha fazla oksijene gereksinim duyacağından damarların genişlemesi ihtiyaç duyulan fazla enerji için kan akışının artmasını sağlar, bitince normal haline döner. Bu doğal salınım damar sağlığı açısından çok önemli.

Koşma sırasında vücut çok daha fazla oksijen ister. Bu isteğin karşılanabilmesi için kan vücudun çalışan kısımlarına daha fazla kan gönderebilmek için çalışmayan kısımlardaki (mide, bağırsak vb) damarlar kısılır.

Nasıl ki lavabo tıkandığında pompa ile 8-10 kere pompaladığımızda kapalı devrede oluşan basınç ile devreyi  açabiliyorsak, koşu sayesinde hızlanan ve basıncı artan kalp pompası ile damarlardaki tıkanıklıklar da açılabilir. 

Koşu ya da egzersiz bitirildiğinde oksijen ihtiyacı eski seviyeye inmesine karşın kardiyovasküler sistemin normale dönmesi biraz vakit alır. Bu dönemde solunum, kalp atış hızı, tansiyon yavaş yavaş azalırken kaslarda toplanan laktik asit ve diğer atık maddeleri sistemden atmak için  belirli bir süre daha normal seviyenin üstünde kalır. Bu da koşu tamamlanmış olsa bile vücudun enerji ve kalori harcamasını sürdürmesi demektir. Egzersiz sonrası oluşan bu durum koşunun şiddeti ne kadar fazla ise o kadar daha fazla etkilidir. Bu nedenle en son araştırmalardan elde edilen bilgiler ışığında, çoğu eski görüşlü bilim ve tıp adamlarının “koşmayın yürüyün” söylemlerinin faydasının yüksek yoğunluklu ve tempolu koşulardan çok daha az olduğu ortaya çıkmaktadır.

Olay çok basit: Vücuttaki yüz trilyon hücreye kan taşıyan damarların yolunu açık tutmak, akışını kolaylaştırmak. Bütün tansiyon ölçümleri, ilaçlar, anjiyografiler,  bypass ameliyatları, diyetler, kan testleri hep bu yolları kontrol ve temizlik için. Kardiyovasküler, kalp ve damar sisteminin sağlıklı bir şekilde devridaimini sürdürebilmesi, vücudu beslemesi, hormonları dağıtması, atıkları toplayıp temizleyebilmesi için vücudun normal işlevleri olarak düzgün olarak yerine getirilmesi gerekir. İşte düzenli koşma bu işlevlerin optimum seviyede ve düzende gerçekleşmesi için yeter ve gereklidir. Aksi taktirde dolaşım sisteminde oluşacak aksaklıklar vücudun tüm sistemlerini ve işlevlerini olumsuz etkileyerek hastalıklara yol açmaktadırlar.

Uzun yaşama (longevity) konusunda yapılan sonsuz harcama ve çabaların erişebileceği nokta, üç yüz yıl öncesinden makale başında verilen Sydenham sözü ile ortaya konulmuş, aslında. Bunun devamı  şu şekilde yazılabilir: “Koşmak damarları nihayet kişiyi genç ve sağlıklı tutacak en ucuz, en basit, en zevkli ve en etkin tedavi yoludur”... Ankara 20 Mayıs 2018

Kalp-Damar Sağlığı ve Koşu_1

Kardiovasküler , kalp-damar, sistemi kalp, damarlar ve bunlar sayesinde vücutta dolaşan yaklaşık 5 litre kandan oluşmakta. Oksijen, gıdalar, hormonlar ve hücresel atıkların taşınmasından sorumlu olan kardiovasküler sistemin vücudun en ağır işlevini yerine getirmeye çalışan ve sadece bir yumruk büyüklüğünde organı kalptir. 

Biz uyurken bile her dakika bu 5 litrelik kanın tüm vücutta devridaim etmesi yaşamsal öneme sahiptir. Kalp yaşam boyu 2.5 – 3 milyar kez atıyor, ortalama seksen yıllık bir ömürde ve 200 milyon litre kan pompalıyor. Bu akış ile hücrelere oksijen, mazot, hormonlar ve diğer gerekli maddeler taşınırken, buralarda ortaya çıkan atıkları geri taşınır.

Kalpte başlayıp kalpte biten dolaşım dolaşım döngüsünün aktörleri: (1) Küçük kan dolaşımı(pulmonary) diye bilinen sağ karıncıktan başlayıp sol karıncıkta biten akciğerlerle kalp arasındaki döngü ve (2) kalbin sol karıncığından çıkan temiz kanın dağıtılıp tekrar sağ kulakçığa kadar geldiği büyük kan dolaşımı (large ya da systemic dolaşımı) döngüsüdür. Küçük kan dolaşımı sayesinde kalp kirli kanı temizlenmek ya da oksijenle doldurmak üzere sağ karıncıktan akciğerlere gönderip, geri çeker. Büyük kan dolaşımı ile akciğerlerden gelen temiz kanı sol karıncık ve aort vasıtası ile tüm vücuda gönderir.

Olayın hikayesi bu kadar basittir. Ancak kalp  vücudun her sistem, organ, hücresinin varlığını sürdürmede gerekli kanı gönderen basit bir pompa olması nedeniyle, tüm hastalıklarda gelir kalbi bulur. Kalp dolaşım sistemini oluşturan damarlarla birlikte ya da ayrı değerlendirilir. Çünkü basit bir pompa olarak nitelense de kalp sahip olduğu odacıklar (karıncık, kulakçık), bunların kapakları (Aortic, Tricuspid,  Pulmonary, Mitral) , elektrik devresi, üzerinde gömülü coroner damarları ile basit bir gripten bile etkilenen otonom bir yapı., biyoloji, elektrik mühendisliği, mekanik, genetik, akışkanlar, bunların en üstüne tabi ki tıp doktorları ve cerrahlar, pek çok bilim dalları bir araya gelmesi lazım.
Böyle olunca da burada oluşan olaylar hem fazla karışık, hem fazla basit hem de tüm vücudu etkileyen doğrusu yaşam riski oluşturan konuların başında geliyor.Kalp krizi, kalp yetmezlikleri, kapak sorunları. CVD(CardioVascular Diseases) olarak literatürde yer alan başlıca sorunlar:

  -Koroner Atardamar Hastalığı, kalp krizi
  -Ritm bozuklukları
  -Kalp yetmezliği
  -Kalp kapak bozuklukları
  -Doğuştan gelen kalp hastalıkları
  -Kalp kası hastalıkları 
  -Pericardial hastalıklar
  -Aort hastalıkları and Marfan sendromu
  -Vascüler hastalıklar

Kalp vücut sisteminde kapalı bir devrede kanı dolaştıran ve bunun için kaslarını kullanan bir organ olduğundan, kasların sağlam tutulması önemli, diğer parçaların yanında. Normal bir insanın kalp atım hızı dakikada 60-100 olarak verilmekte, ki böylece sistemde bulunan yaklaşık 4.5-5 litre kan bir dakikada tam devrini sağlasın. Kalp kasları güçlendikçe atım sayısı düşüyor. Bu nedenle elit atletlerin kalp atım sayısı 40-60 arasında ve hatta 28 olan bile var (Bisiklet sporcusu Miguel Indurain RHR 28 olarak ölçülmüş). Bu konuyu normal doktorlar bilmediğinden 60’ın altında bir kalp ritmi için hemen “bradicardia” teşhisi koyarlar. Milli atlet koşucu bir arkadaşın anlattığı hikaye trajikomik: Her seferinde hastaneye kontrol ya da başka ölçüm ile gittiğinde kalp atımı 40 civarında çıkınca ilgili doktor hemen kalp pili takmak için ısrar edermiş 🙂 

Kaslardan ayrı olarak kapaklarda önemli. Eskiden kalp kapak değişimi olmadığı için insanlar ölürmüş. 1950’lerde kapak değişimi yerine o zaman mekanik kapak veya hayvan derisinden yapılan diğer kapak alternatifleri olmadığı için cerrah bir heykeltıraş ustalığı ile parmakları ile bozulan ve daralan kapak yolunu düzeltiyormuş. Gerçek kesit olarak arkadaşımın anlattığı hikaye “babam askeri okulun hatırası olarak geçirdiği romatizma ve ayrıca bademcik iltihapları sonrası mitral kapağını tutan mikroplar yüzünden kalp hastası olur. Doktorlara göre fazla bir ömrü kalmamıştır. Kd. Ütğm rütbesinde kalp ameliyatı için Londra’ya gider. Son umut dönemin en ünlü kalp cerrahı Sir Russell Brock’ tur. 17 Kasım 1959 günü Guy’s Hospital’ da başarılı bir ameliyat geçiren babam aynı zamanda doğum günü olan 9 Aralık 1959 günü hastaneden taburcu olur. Sonuçta Sir Russell Brock babamın 88 yaşına kadar yaşamasına vesile olduğunu söyleyebilirim. Allah razı olsun.”

Bir de kalbin damarları var sorun yaratan, ya da iyi bakılmadığı için su koyveren, ya da kan koyveren demek daha doğru. kalbin kendini besleyen damarları bile tıkanıyor, Aort gibi dağıtıcılarla beraber. Damarlar aslında o kadar uzun ve karmaşık ki, ayrı bir makale gerektiriyor.

İşte bütün bu sorunlar, hastalıklar, hastaneler, doktorlar, ameliyatlar, kapaklar, muhatap olmamak için kalbimize iyi bakmamız gerekiyor, hem kendimiz, hem etrafımızdaki bizi seven ve meşakkati çekecekler hem de gelecek nesillerimiz için.

Nasıl?
Spor-Egzersiz-Koşu…
Harvard Medical School “Run for your (long) life” adlı yazıda,POSTED MAY 24, 2017, araştırmacıların koşmanın yaşama üç yıl kattığını bulduğunu yazıyor. Yeni çalışmada kardiavasküler egzersiz, başta koşma, ölüm risini azalttığını ve potansiyel olarak yaşamı uzattığının bulundu.  Yazar 15 yılda 55.000 kişi üzerinde gerçekleştirdiği çalışma sonuçlarını  ve koşmanın ölüm riskini kalp krizi ve felç riskinden %45 , ilave olarak diğer etkilerden dolayı %30 oranında azalttığını yayınlıyor. Bu çalışmada koşma dediği de öyle ahım-şahım bir efor gerektirmiyor: günde 5-10 dakika ve saatte 10Km sür’atle. Bir de bu işin yani koşunun daha etkin bir şekilde yapıldığını düşünün. Bu çalışmada konu haricinde olmak üzere kalp hastalıklarından başka kanser, Alzheimer & Parkinson, gibi konularda da hastalığa yakalanma riskini azalttığı belirleniyor.

Bir saatlik bir koşu yedi saatlik bir ömür artışı sağladığını bulduğunu yazıyor aynı araştırma sonuçlarında.  Yazarın savunmaya çalıştığı hipotez :Koşmak bizim kardiorespiratuar  sistemimiz (Bu tip kelimelerin Türkçe karşılıkları ancak okunuşu şeklinde veriliyor bizim meşhur sözlüklerde) form düzeyini artırdığını bunun da “Metabolic Equivalent (MET)” denen bir ölçümle ki bu ölçüm değeri her koşu bandının göstergelerinde gösterilir, belirlendiği. Yazara göre düşük MET düzeyi, yani düşük form düzeyi, tüm ölümlerin %16’sı civarında ki bu yüksek tansiyon, sigara, obezlik, yüksek kolesterol ve şeker hastalığından fazla bir oran. Yani koşmamak ve bunun sonucu düşük MET seviyesinde olmanın zararı bize en meşhur bilinen bu tansiyon, şeker, kolesterol, obezlik hikayelerinden daha fazla zararlı. Tabi burada Tavuk-Yumurta-Tavuk kısır döngüsü var: Koşmayıp yatınca diğerleri de beraber geliyor. Koşan adam, genelde, tansiyon, şeker, kolesterol, obezlik sorunu olmayan ya da bunlara veda etmiş demektir. Bunlar olmayınca daha fazla ve düzenli koşu, daha iyi bir form düzeyi kendiliğinden geliyor gibi…Ankara, 26 Nisan 2018

 

 

 

 

 

Obezite ve Koşu

Sağlıkla ilgili yazılarda en son   teknolojik, biyolojik ve genetik gelişmeleri de kapsamak amacı ile en son yayınlanan araştırma raporları ve ilgili dergilerde yer alan makaleleri inceliyorum ve bu konuda bir çelişki varsa en son 2018 yılına ait bilgileri kullanıyorum.

Etimolojik olarak obezite-obesity (n.) Latince obesitas “şişmanlık, irilik” , “obedere, ne varsa silip süpürme, aşırı yemek yeme fiili geçmiş zamanı olarak 16 YY’dan itibaren kullanılan kelime. Demek ki daha önceleri insanlar fazla yemek bulamadığından belki de Fransa’nın saraylarında tıka basa yeme modası sonrası ortaya çıkmış. Bizim çocukluğumuzda, 1960’lar, her şey bu kadar bol değildi, Dünya savaşlardan çıkmış, insanlar bir kaşık çorba ile mutlu olabiliyordu, “junk-food”, hazır yemekler, insanın kimyasını ve anatomik yapısını bozmadan başka işe yaramayan yiyecekler bulunamıyordu, dolayısı ile obez kelimesi pek bilinmiyordu.

Obezite konusu ise değişmeden yıllarca aynı rakamlarla sınırlanmakta: Vücut kitle endeksi (BMI1)  30 kg/m2 üzerinde olma durumu. Tanımı ise vücutta fazla yağ birikmesi ve bu yağların sağlık üzerinde olumsuz etkide bulunması.  Bu konuda başka formüllerde bulunmasına rağmen BMI en yaygın, basit ve en çok  kabul göreni. Dünya genelinde obezite oranı sür’atle artmakta ve yaş sınırı gittikçe düşmekte, 2018 yılı obezite raporlarına göre. 1 BMI Kişinin kilosunun iki kez metre cinsinden boy ölçüsüne bölünmesi ile elde edilen bir rakam. Örnek 1.73 boyu olan bir vatandaş 90 kilo üzerine çıkarsa BMI’si de 30, obezite sınırı, üzerinde oluyor.

Fazla kilolar ve biriken yağlar vücudun çeşitli sistemlerini etkileyerek organların zarar görmesine, hatta kayıplarına sebep olacak bazı rahatsızlıklara yol açmaktadır. Kas-iskelet, endokrin, lenf, dolaşım, solunum, sindirim, sinir, deri, boşaltım, üreme sistemleri bunların başında gelmektedir. Bu sistemlerdeki bozulmalar  kalp, tansiyon, kolesterol, şeker, uyku apnesi, felç, solunum bozuklukları, çeşitli kanserler, karaciğer hastalıkları, sosyal ve psikolojik hastalıklara  yol açmaktadır. Eklem ağrılarının başlıca sebeplerinden biri de fazla kilolardır. Vücut ağırlığına eklenecek her fazla kilo diz mekanizmasına 4-5 kilo fazladan yükleme yapar (boya bağlı yük=kuvvetxkuvvet kolu); bu da ileride osteoarthiritis olarak dizlerde şiddetli sancı ve iltihaplanmalara neden olur.

BMI ve spor yapma durumuna göre dört kategoride insanları değerlendirirsek, bunların yaşam süresi ve yaşam kalitesi açısından sıralaması iyiden kötüye doğru aşağıdaki şekilde olmakta:
1. BMI<25 ve spor yapan koşanlar grubu
2. BMI>30 olmasına rağmen spor yapanlar
3. BMI<25 fakat sedanter yani hareketsiz grup, sadece oturup TV ve oyun grubu
4. BMI> 30 sedanter, hareketsiz grup.

Bu tablonun yorumu öncelikle spor-egzersiz-koşu sonra BMI. Bunların ikisinin endekslerinin toplamı sağlık notu olarak kişinin kendini değerlendirmesine katkıda bulunacaktır. Araştırmalardan çıkan sonuçlara göre obez sınıfında olup da spor yapan bir kişinin yaşam süresi ortalaması ideal BMI’ye sahip fakat sedanter bir kişiye göre daha uzun olduğudur. Ancak buradaki püf noktası obez sınıfında olanların çok daha az oranda spor yapma istek ve durumudur. Bir diğer önemli konu sigara içen ve bu şekilde BMI’si düşük olan kişinin yaşam süresi BMI yüksek olsa da sigara içmeyenlere göre daha düşük olması.

Obezite koşu ile tedavi edilebilir mi?
FIT TO FAT TO FIT” bir TV ve internet programı.  “Tok açın halinden anlamaz” diye bir söz vardır. İşte bu sözü tersine çevirmek isteyen fitnes eğitmeni Drew Manning epey fit olan kendisi ile çalışmalara katılan obez kişiler arasında bir diyalog eksikliği hisseder. Çalışmalara katılan obez ve fit olmayan öğrenciler diyelim, Drew’a sen bizim neler çektiğimizi bilemezsin gibi laflar edince, Drew bir 30 kilo alayım da görün der ve sonrasında hep beraber bu 30 kiloyu tekrar verme uğraşına girerler. O zaman görür ki “Kazın ayağı öyle değil”.  Hayatta yaptığı, yapacağı en zor iş olduğunu anlar, fakat bu girişim onun yaşamını değiştirmiş, hala pek revaçta olan bir şov programı ortaya çıkmış: Bu programda 10 kadar fit spor eğitmeni önce sağlıksız beslenme ve sedanter bir yaşam şekline geçerek, vücut kaslarını göbek kası haline getirmek sureti ile obez hale gelirler, bilerek ve isteyerek, tabi muhtemelen para karşılığı.

Ülke çapındaki bu elit atletler, spor eğitmenleri kiloları alırken sağlıklı vücutları ve psikolojilerindeki  değişimleri de izlerler ve bunu filme aldırırlar.  Dört ay sonra kendi eğitecekleri obezlerle aynı seviyeye yani BMI 30 üzerine geldikten sonra, tekrar fit olabilmek için hep beraber bu kez alınan kiloları vermek için dört aylık egzersize katılırlar. Bu şekilde “tok açın halinden anlamaz” sözünün tersi olarak “Aç tokun halinden anlamaz” itirazlarını kırarak normal obez vatandaşları fit hale getirirler ve bu devam ediyor hala. (Konuşması kolay, sen şişman olsan görürdün diyen arkadaşlar bu programı mutlaka izlemeli!)

Prof. Dr. Gül Baltacı “Obezite ve Egzersiz” yazısı bu konuda nadir Türkçe yayınlanan faydalı bilgi ve önerilerle doludur. Obezite tedavisindeki Diyet Tedavisi, Davranışçı Tedavi, Kombine Tedavi , İlaç Tedavisi , Cerrahi Tedavi, seçeneklerin yer aldığı önerilerde en iyi sonuç veren uygulamanın Egzersiz Tedavisi olduğu belirtilmektedir. Herhangi bir aktivite bile hiçbir şey yapmamaktan iyidir. Bu herhangi bir aktivite içinde en basit, uygulanabilir, en az malzeme gerektiren ve etkili olanı ise koşmadır.

“Kilo vermek için mi yoksa obezitemi tedavi etmek ve sağlıklı olmak mı amacım?”
Bu soruya verilecek samimi cevap başarının anahtarı durumunda olacaktır. Kilo vermenin bir çok yolu var, diyet, liposuction, mideye kelepçe taktırılarak da kilo verenler var, bunların ne kadar riskli ve etkili olduğu konusunda pek çok araştırma ve haber ortalarda. Bunların çoğunda verilen kilolar faizi ile geri alınmakta genelde. Ancak amaç sağlıklı olmak ise bu konuda uzun vadeli, kararlı ve bilimsel planlar programlar gerekli olacaktır.

Bu noktada vurgulamak istediğim diğer bir konu obezite tedavisi ya da Fat-to-Fit ile elde edilebilecek fayda sadece terazi üzerinde düşük rakamlar görmekten çok öte. Bu tedavi ile kalp, şeker, tansiyon, kolesterol, eklem hastalıkları ve ağrıları,  fıtık, nefes darlığı, prostat (erkekler için), psikolojik sorunlar, daha tıp literatüründe gelmiş-geçmiş-gelecek tüm hastalıklardan korunma ve varsa kurtulma şansı yakalanmış olur.

EpiGenetik açıdan
Artık giderek şişmanlayan nesil içinde kendi çocuklarınızın, torunlarınızın fotoğraflara bakarak “dedemiz, babamız böyle olmasaydı, biz de arkadaşım Alp gibi fit olurduk” serzenişleri ile kulaklarınız çınlamayacaktır, burada ya da öbür tarafta.

Ankara, 26 Nisan 2108

 

 

 

Diyabet ve Koşu

Diabetes Mellitus (DM) yaygın kullanımı ile “Diyabet ya da Şeker Hastalığı” ensülinin kısmi ya da tam eksikliğinin neden olduğu kan şekeri yüksekliği  hastalığıdır.  En yaygın olanları: Tip 1 T1) diyabet denilen ve gençlerde görülen diyabet, genellikle 10 ile 25 yaş arasında rastlanır. Bunun görülme sıklığı, şeker hastalarının toplamına oranla % 5-7’dir. Sebep olarak pankreastaki beta hücre yıkımı nedeniyle oluşan ensülin yokluğu olan ve baştan beri ensüline ihtiyaç hisseden bir diyabet şeklidir;  Tip 2 (T2) diyabet, daha çok 25 yaş ve üstünde görülen bir diyabet tipidir. Bir çok kaynakta hastalığın nedeni kesin olarak bilinmemekte denmesine rağmen obezite (şişmanlık), hareketsizlik, biraz da genetik  hep beraber kişiyi hasta eder ve ömür boyu şeker ölçüm cihazı, hapı ve ensülin enjekte etmeye mahkummuş gibi lanse edilir.

Hastane ve laboratuvarlarda yapılan açlık kan şekeri ile referans değerler karşılaştırılarak teşhis konmaya çalışılır. Ancak bu konudaki uluslararası ilgili kuruluşların referans değerleri değişmeli ve tartışmalıdır. Bu konudaki komplo teorilerine göre yine bu tip araştırmaları finanse eden ilaç ve cihaz firmaları etkisi ile referans değerleri sürekli aşağı çekilmektedir ki şeker ölçüm cihaz ve ilaçları insanlar bol bol satın alsın diye.  Açlık ya da tokluk kan şekeri ölçümü zamana ve şartlara bağlı olarak değişiklik gösterebilen anlık değerler olmasına karşın Hemoglobin A1c testi uzun süreye yayılmış şeker ölçütü daha düzgün sonuç vermektedir. Genellikle bu tip hastalar fazla kiloludur. Bunun sebebi ise, daha çok ensüline karşı asıl hedef hücrelerde meydana gelen bir direncin oluşudur.

Son yıllarda karşısına bu alanda rakip bulamayan Prof. Dr. Canan Karatay: “Diyabet (şeker) ve kanser hastalığının bilinenin aksine genetik değil, yanlış beslenme ve zararlı besinlerden dolayı ortaya çıktı   ve 1980’den sonra mantar gibi arttı. Son 20-25 senede artan hastalıklar genetik olur mu? Bu nasıl olur; genler mutasyona uğrarsa olur. Genlerin mutasyona uğraması da 150-200 sene alır” demektedir (Mart 2018).

“İLAÇLARINI BIRAKAN ÇOK ŞEKER HASTASI VAR”
Bu hastalıkların genetik olmadığını, yanlış yaşam ve beslenme biçiminden kaynaklandığını söyleyen Karatay, “Şeker hastası olunca hayat boyu çekmenize gerek yok, doktor kontrolünde ilaçlarını bırakan çok şeker hastası var” şeklinde konuştu.  Türkiye’de yılda kişi başına en az 200 kilo ve en kötü cins ekmek tüketiliyor.  Türkiye’de ekmek tüketimi azaltılırsa görülen bu hastalıklar yüzde 30 azalır. Karatay, şekersiz içeceklerin içerisinde zehir olduğunu ve diyabet hastalığına sebebiyet verdiğini kişinin beynini ve kişiliğini bozduğunu öne sürdü. 

Bu ifade doğru olmakla birlikte eksik, bence; beslenme yanında asıl spor, egzersiz ve koşu ile ilaçlar bırakılabilir ve hastalık yapan genler kapatılabilir. Çünkü T2 diyabetin esas nedeni kandaki şeker ve obezite; bu her ikisinin de çaresi egzersiz, koşma. Koşunun şeker hastası olanlar için ideal bir egzersiz olmasının nedeni, koşmanın vücut ensülin salınımını geliştirmesidir. Ensüline bir etkisi olmadığı durumlarda bile kandaki fazla şeker koşu yolu ile kaslarda yakılması nedeniyle ensülin ihtiyacı azalmış olur  ve ensülin direncinin etkisi fazla olmaz. Özellikle T2 diyabet hastalarının ensülin direncine karşı en etkili silahıdır. Koşmanın bir diğer avantajı da istek ve duruma göre uyarlanabilir, kuralları katı değildir, bir yarışa katılım düşünülmüyorsa. Ayrıca koşma sayesinde kaybedilen kilolar, düşen BMI sayesinde genel sağlık durumu iyileşir ve şeker kontrol altına alınabilir. Koşu ve egzersiz bu tip hastaların uzun dönemde oluşabilecek kalp, ve böbrek hastalıklarından koruduğu gibi, HDL olarak adlandırılan iyi kolesterolde önemli artış sağlayarak damar tıkanıklıkları, dolayısı ile kalp krizi ve felç olasılıklarını azaltır. Bu konular ilgili hastalıklarla egzersiz karşılaştırılması sırasında daha detaylı olarak incelenecektir.

Egzersiz ve spor bu hastalığa yakalanmadan önce koruyucu hekimlik kasamında sunulacak kontrol ve ilaçlardan çok daha fazla koruyuculuk sağlayacaktır. Halihazırda bu hastalık teşhisi konanlar için ise yine ömür boyu alınacak ilaç ve doktor kontrolünden en kısa ve emin bir şekilde çıkılacak yol  tabelası olarak asılabilir.

Endokrinoloji, metabolizma ve diyabet uzmanı Prof. Dr. Taner Damcı 2018 yılında çıkan “Koşuyorum Öyleyse Varım” kitabındaki daha teknik ve bilimsel bir alıntı konuya önemli katkıda bulunacaktır: ” Kastaki glikojen deposunda boş alanlar varsa yediğimiz karbonhidratlar öncelikli olarak buraya alınır. Yağ olarak depolanmaz. Boş kaslar glikojeni sünger gibi emer, insülin direnci azalır. Koşarak kas glikojenini sık sık boşaltanlarda diyabet daha az ortaya çıkar. Diyabetli insanlar koşuyorlarsa tedavileri çok daha kolay ve etkin olur. Hastalık onlara zarar vermez.”

Bu konuda nette bulduğum faydalı linkleri buraya aktarmak uzun uzun bu konuları yazmaktan daha faydalı olacaktır. Özetle Dr. Ömer Dönderici yazdığı “Hareketsizlik, tip 2 şeker hastalığına yol açan en önemli sebeplerden biridir. Hastalık ortaya çıktıktan sonra da hareketsizliğin sürdürülmesi, şeker hastalığının seyrini ağırlaştırır. Bu yüzden egzersiz ve spor şeker hastaları için çok önemlidir” cümlesi sonrası ilgili site  “dr. Pozitif-Yaşam Kalitesi Kliniği” Şeker Hastalarında egzersiz ve spor ile ilgili detaylı bilgiler yer almaktadır. Burada açıklanan konular:

EpiGenetik açıdan eğer henüz gençken spora başlanırsa T2 için genlerde yatkınlık varsa bile aktif hâle geçemeyeceğinden şeker riski daha başta elimine edilmiş olur.  Daha ileri dönemde şeker tespit edilirse, ama düzgün laboratuvarda düzgün testler ile, bile hemen koşuya başlanarak varsa kilolar atılır, kandaki glikoz yakılır, ensülin salınımı artar ve bu durum genlerin üzerindeki epigenetik bölgelere yazılarak diyabet geni etkisiz hale getirilir. Her iki halde de genotip olarak DNA’larımızda yazılı senaryo, fenotip olarak kullanılamaz halde parentez içinde etkisiz fakat egzersizin bırakılmasını bekler biçimde pusuda kalır.

Ankara, 25 Nisan 2018    

Migren ve Koşu

Önce ense kökünde hafif bir sızı, sonrasında sinsi bir biçimde ilerleyen bir anda enseden yükselen ve başın arka kısmını kaplayan, daha sonrasında şakaklara doğru süzülen bir ağrı; gözler ışığa karşı kısılır ya da gözlük takılır, dil tat almaz, burun koku duymaz, gönül hiç bir şeyi çekemez hale gelir. Son evrede ağrı daha aşağılara karın bölgesin doğru iner ve mide krampları ile devrini tamamlar. Bundan sonrası kişiye, ortama, ilaca bağlı olarak yaşanan bir dramdır, Migren oyunu.

Migren, otonom sinir sisteminde bir işlev yitimi sonucunda meydana gelen, sürekli ve nöbetler halinde baş ağrısı oluşturan bir hastalık. Migrende baş ağrısı tipik olarak nöbetler halinde oluşur, migren başlangıçta tedavi edilmezse birkaç saat içerisinde en şiddetli halini alır, migren ağrıları 4-24+ saat kadar devam eder ve kendiliğinden biter. Migren tipi baş ağrıları günün her saatinde başlayabilir, sıklıkla sabah saatlerinde belirir. Migren ataklarında bulantı oluşumu, kusma, baş dönmeleri, ışık ve sese karşı hassasiyet, ruh halinde meydana gelen değişiklik, çeşitli nörolojik değişiklikler, görme kaybı, belirli bölgelerde uyuşukluk, kısmi felç meydana gelmesi, konuşmada bozulma gibi belirtilerle baş ağrısına eşlik edebilir.  Anlık olarak parlak ışık, kadınlarda adet geçirme zamanları, hava değişikliklerinin yaşanması, aşırı derecede açlık, alkol kullanımı, alışılmıştan az ya da fazla uyuma, stres oluşumu, bazı gıdaların tüketilmesi veya gıda katkı maddeleri , kronik açıdan sosyo-ekonomik durumlar, obezite ve dengesiz olarak beslenme, stres ve diğer faktörler migreni tetikler.  Migren genelde 40 yaşından önce oluşur, 50 yaşın üstünde başlama olasılığı daha düşüktür.

Migren sürekli ve her an gelebilecek bir sorun oluşturduğundan yaşam kalitesi, isteği, sosyal ilişkileri, sevdiklerini  olumsuz etkileyebilir. Kısaca yaşamı zehir edebilir denilebilir mi bilemiyorum.

Çare tedavi, ilaç şifalı denilen koca-karı ilaçları, dinlenme, nöbetlerin geçmesini bekleme. Good News is… diye başlarsak: Düzenli olarak egzersiz-koşu migren ve baş ağrılarının sıklık ve şiddetini azaltmakta olduğu gözlenmiş. Kişi koşmaya başladığında (ya da başka egzersiz)  vücut endorfin salgılamaya başlıyor, bilindiği gibi endorfin doğal ağrı kesici, kendimizin bedavaya üretebildiği. Koşu sonrası azalan stres ve tatlı yorgunluk geceleri iyi bir uykunun olmazsa olmazıdır. Stres ve uykusuzluk migrenin en başta gelen tetikleyicilerinden.

Varkey, Cider, Carlsson, and Lindy (2011) tarafından yapılan bir araştırmada düzenli egzersiz ya da toprimate kulanımının migren ağrılarının azalmasında aynı derecede etkili olduğu ortaya konulmuştur. Bu çalışmada katılımcılara haftada üç kez 40 dakikalık egzersiz-koşu yaptırılmış, ilaç olarak.

Bazılarının egzersiz yaparken migren ya da baş ağrılarının başladığı şikayetlerine rastlanılmış, bu kapsamda arama yapılırken. Bunun bir nedeni egzersiz-koşu sırasında doğal olarak tansiyonun yükselmesi olabilir. Ancak bu durum genel olarak tüm sistemlerde olumlu etki yapacak egzersizden kaçınmayı gerektirmemelidir; aksine migren ağrısı yapmayacak şekilde egzersiz tip ve planı bulunmalıdır, kişiye özel.

Genel olarak aşağıdaki egzersiz planı ile migren ağrılarına tutulmadan koşulabilir:
Su: Öncelikle egzersiz öncesi, sırasında ve sonrasında vücut susuz bırakılmamalıdır. Kesinlikle ağızda kuruluğa meydan verilmemeli. Bunun çözümü çok basit yanında bir şişe su ile 5-10 dakikada bir biraz sıvı almak. Eğer egzersiz  terletmiyorsa bu vücuttaki sıvı dengesinin bozulduğu yani sıvı almanız gerektiğinin işaretidir. Kısaca su ile egzersiz sırasındaki migren tetiklemesi önlenebilir.

Beslenme: İkinci konu yeterli besini almak. Egzersiz sırasında kandaki şeker miktarı kullanıma girdiğinden düşecektir. Bunun için protein bar ya da badem-fındık gibi atıştırmalıklar egzersiz öncesi yeterince alınmalıdır. Burada egzersizden ne kadar süre önce ve ne miktarda mideyi doldurmamız gerektiği yine kişiye bağlı edinilecek deneyimler sonucu ortaya konulmalıdır. Kısaca egzersiz kısa süre önce atıştırıp egzersiz sırasında kramp girme ve kan şekeri düşürecek kadar çok önceden yeme arasındaki denge kendimizin bulacağı bir nokta gibi durmakta. Bu konuda koşucuların yarış öncesi beslenme ve diyeti ile ilgili milyonlarca faydalı yazı ve öneriler bulunabilir.

Hazırlık: Diğer bir önemli nokta da ısınma ve soğuma. Her egzersiz öncesi vücut yeterince ısıtılarak hazır hale getirlmeli ve sonrasında da soğutulmalıdır.  Bir an önce bitireyim de adet yerini bulsun cinsinden egzersiz faydadan çok zarar getirebilir, migren tetiklenebilir, vücut sakatlıkları olabilir.

İrade ve Kararlılık: Tüm bu hikayeler, öneriler, bilimsel araştırmalar sonu yine kişisel irade ve kararlılıkla tamamlanmalıdır. Kişi öncelikle bu konuda bir şeyler yapmaya, zaman ve ter feda etmeye hazır olmalıdır. Yol uzun ve meşakkatlidir, hayatta hiçbir şeyin kolay elde edilemeyeceği gibi. Yaşam bir değişim ve dönüşüm: Koşarsın, enerji harcarsın buna karşılık sağlık alırsın, oturursun sürekli enerji alırsın buna karşılık sağlığını verirsin… Sigara bırakma hikayeleri gibi bir programa başlayıp bitirememek ya da program sonrası tekrar eski günlere dönmek vücuda faydadan çok zarar getirebilir. Psikolojik açıdan da böyle olur, kişi kendini işe yaramaz ve çile çekmeye layık görmeye başlayabilir. Bu nedenle bir konuya hemen atlayıp sonradan bırakmaktansa hiç başlamamak daha iyi de olabilir. Ancak en iyi yol konuyu irdeleyip karar vermek, plan, programlar hazırlamak ve bunları tutarlı ve kararlı bir biçimde uygulamaktan geçer.

Bu konularda nette pek çok program indirilebilir, bilgi alınabilir. Eğer hâlâ kendi başına etkili bir program yapılamıyorsa, bu işten fayda görmüş bir arkadaş ya da profesyonel yardım gerekebilir, yani bir doktor ya da eğitici ile program hazırlanabilir.

EpiGenetik Açıdan
EpiGenetic Yaşam Kontrolü başlıklı yazıda verilen bilgilere dayanarak, kişi ilaçla değil fakat egzersiz ve koşu sayesinde migren ağrılarına çözüm bulabilirse, bunun anlamı genotip aynı kalmakla fenotipi değiştirmiştir. Bunun da anlamı artık genetik yapımızdan kaynaklanabilen migren ile ilgili genler epigenetik bağlarla kapalı duruma alınmıştır. Bunun faydasını kişi hemen kendi üzerinde görebileceği, ağrılarından kurtulabileceği ya da en azından frekans ve şiddetini azaltabilecek şekilde görebileceği gibi, ortaya çıkan bu epigenetik yapıyı kendinden sonraki nesillerine de bu şekli ile aktarabilme olasılığına sahip olmasıdır. Yani kendi ebeveynimizden gelen DNA yapısı üzerinde sorunlu genleri kapatmış olarak çocuklarımıza aktarmış oluyoruz ki bize sonradan sitem etmesinler.

No pain(egzersiz-koşu), No gain, More pain!

Ankara, 25 Nisan 2018

Yüksek Tansiyon ve Koşu

Tüm bilimsel yazılarda, makalelerde ve hatta eskiden yazılan mektuplarda genel teamül Giriş-Gelişme-Sonuç olarak verilir ve istenir. Ancak bu sitede bu kez tersini yapmak istedim.

Sonuç:Hareketsiz bir yaşam eşittir yüksek tansiyon; bu nedenle de aktivite düzeyini artırmak o oranda tansiyonu düşürecektir, nokta. 

Tansiyon nedir? Kalp Akciğerlerden gelen kanı sol karıncıktan Aort yoluyla vücuda gönderirken damarlarda oluşan basınç şiddeti tansiyon olarak ölçülür. Bu değer eskiden Türk filmlerinde boyunda sallanan steteskop denen alet ve kola basınç yapan bir pompa ile pek de ciddiyetle alınır ve çoğu zamanda ölçüm sonrası endişeli bakışların ardından “Üç aylık ömrü kalmış” demede kullanılırdı. Şimdilerde ise nerede ise herkesin evinde elektronik olanlardan var, olması da gerekiyor. Çünkü tansiyon ölçümü ve değerlendirmesi aslında çok dikkatli ve bilgi ile yapılması gereken en temel gösterge. İki kademede ifade edilir, büyük-küçük tansiyon diye, ancak bu kelimeler başka bir konuyu çağrıştırdığından sistolik ve diastolik diye adlandırmak daha uygun ve havalı olabilir. Wikipedia’daki tanıma göre Sistolik değer, kalp kasıldığında kalbden damarlara doğru atılan kanın damar duvarında yaptığı basınçtır. Diastolik değer ise kalp gevşediğinde hâlâ damar duvarında mevcut olan basınçtır. 

Tansiyon günün değişik dönemlerinde alçalır-yükselir, yaşla birlikte değişir, yaşanılan yerin irtifasına göre değişebilir… Uykuda iken normalde daha düşüktür, uyanmadan bir kaç saat önce yükselmeye başlar, gün boyu yükselir akşama doğru en yüksek değere ulaşır, sonrasında tekrar düşer; yaşla birlikte özellikle sistolik olanı daha da yükselir; ayrıca yüksek irtifalarda 2000-3000 metreden sonra yükselir. Bir de tansiyon ölçümünde alınan pozisyon ölçümü etkiler, normalde sol pazu üzerinden ve kalp hizasından yapılır. Bazı doktorlar sağ kolda ısrar etmektedirler, ancak benim ölçüm yaptığım OMRON cihazın kullanma talimatında sol pazu diye yazmış, bunu icat edenler, çünkü her iki koldan farklı ölçüm alınması olasılığı mevcuttur. Bu nedenle belirli bir süre takip amaçlı yapılacak ölçümlerde hep aynı saatte, aynı kolda, kalp hizasında, stres ve özel durumlar oluşmadan ölçüm alınarak yorumlanabilir, tansiyonun ne seviyede olduğu. Ne kadar basit görünen bu olayın bile bir çok ince ve püf noktası bulunmaktadır.

American Heart Association (AHA)  tarafından açıklanan tansiyon referans değerleri tüm dünyaca kabul görür ve bu değerler üzerinden hastalara ilaç verilir, tedavi edilir. AHA daha önce 130/90 açıkladığı değerleri 2017 yılında 120/80 olarak düşürmüştür. Bu konuda komplo teorileri ve karşı seslerde yükselmektedir, şeker hastalığı üst limit değerleri, kolesterol değerlerindeki açıklamalar ile birlikte. Genelde bu organizasyon ve bilimsel çalışmalar ilaç firmaları tarafından finansal olarak desteklendiğinden bayaslı rakamlardan bahsediliyor. Ancak 120/80 ve daha düşük tansiyon, 110/70 çok daha sağlıklı olduğu pek çok araştırmada ortaya çıkmaktadır. Ayrıca çok düşük tansiyon değerleri de normal kabul edilmemekle birlikte esas konu ve yaygın sorun tansiyon yüksekliği.

Koşu ve Tansiyon : Eğer tansiyonunuz yüksekse neden koşmanız gerekiyor?
Eğer belirli bir süre tansiyonunuz 140/90 üzerinde seyrediyorsa yüksek tansiyon hastasısınız demek oluyormuş. Yüksek tansiyon “sessiz katil” olarak anılır ve kalp krizi, felç ve beyin kanamasına neden olur.  Gittikçe hareketten yoksun hale getirilen, obezleşen, bilgisayar ve ofislere mahkum edilen yaşam stili değişimi sonucu 2000 yılında tahmini bir milyara yakın yüksek tansiyon hastası varken 2025 yılına kadar bu sayının 1.6 milyara ulaşması beklenmekte ya da hesaplanmakta, yüzde atmış bir artış.
Dört hafta 5223 katılımcı ile yapılan bir araştırmada koşu ve egzersizin her iki tansiyon değerlerinde düşüşlere neden olduğu gözlenmiştir. Bu 5223 katılımcının 3401 kişisi egzersize tabi tutulmuş, 1822 kişisi kontrol grubu olarak ayrılmıştır. Bu kadar kişi 105 gruba ayrılmış: 26 grup yüksek tansiyonlu, 50 grup normalin üstü (120-130 / 80-90 mmHg) ve 29 grup ise normal tansiyona sahip kişilerden oluşmuş. Egzersizler sonrası en fazla tansiyon düşmesi yüksek tansiyon hastalarında gözlenmiş.

Koşma Kilo ve Stresi Düzenliyor
Yani koşmakla sadece tansiyon kontrolü değil aynı zamanda kilo verme ve stres azaltımı ile kalbin güçlenmesini sağlıyor. Sağlıklı bir kilo, güçlü bir kalp ve ruh sağlığı ayrıca tansiyon için faydalı durum oluşturmakta.

İlacın Sağlayamadığı Durumlarda Koşma Fayda Sağlıyor
Bazı durumlarda ilaç kullanımına rağmen 140/90 değerin üstünde kalabiliyor tansiyon. Buna yüksek tansiyon resistansı deniyor. Bu durumda ne olacak? Son çalışmalar buna da ışık tutuyor. Yüksek tansiyon direnci gösteren 50 hasta iki gruba bölünmüş, bir grup 8-12 hafta koşu bandında egzersiz programına katılmış, diğer grup ise dinlenmeye devam etmiş ve bu kişilerin tansiyonları sürekli ölçülmüş. Bu araştırmada düzenli koşu bandında programa katılanların yüksek tansiyonu düşmekle kalmamış ayrıca VO2 seviyesi denen vücuda giren oksijen miktarında elde edilen artışla fiziki performanslarında da artışlar gözlenmiş.

Genelde haberlerde, web sitelerinde bir konuda yapılması gereken şu kadar yol diye başlayan  yazıların sağlık  ve bu başlıkla ilgili tansiyonla ilgili maddelerinde düzenli egzersiz-koşma hep ilk madde olarak yer alır.

Her konu sonunda bunun EpiGenetik değerlemesi yapmak istiyorum. EpiGenetik açıdan düzenli koşu sayesinde hem yüksek tansiyona çare bulunmakta hem de elde edilen bu yapı sayesinde fenotip olarak elde edilen genetik etki alın yazımızı ve bizden sonra gelecek nesillere bu şifrenin bu şekilde aktarılmasını sağlıyor. Vücudumuz düzenli egzersiz-koşuya tabi tutulunca diyor ki: ” Bu adam-kadın, beni rahat bırakmayacak, ben de onun istediği şekilde düşüreyim tansiyonu ve senaryoyu bu şekilde oynatayım bundan sonra diyor.”

Not: Son beş yıldır koşu sayesinde artık tansiyonum 110/70 seviyelerinde seyretmekte, bazen çok uzun koşudan sonra 100/60 bile görüyorum.

Obsesif Kompulsif Bozukluk ve Koşu -1

Bu sitede “meglio tardi che mai-geç olsun hiç olmasın”  özdeyişinin en çok işlendiği konu spor ve koşu oldu. Zaten bu siteyi açmamda ki motivasyon 60 yaşa yakın başladığım koşu olayı sayesinde edindiğim, gördüğüm, yaşadığım deneyim ve bilgi  birikimi. Koşu ile ilgili yaptığım egzersizler, katıldığım yarışlar ve özellikle okuduğum son derece yeni ve bilimsel yazılar, ki maalesef bunların tamamı yabancı kaynak, olayın ne kadar geniş fakat bir o kadar da çok alanda etkin olduğu yönünde. Bu konuda yaptığım literatür taramalarında genelde koşunun sınırsız ve sürekli yeni eklenen konulardaki faydaları hep genel olarak anlatılmakta, obeziteden başlayarak, şeker, tansiyon, kalp ve dolaşım, psikolojik sorunlar, kemik erimesi, ömrü uzatması gibi bir çok konuda çok genel yazılar hep birbirini tekrar eden magazin ve gazete haberlerine rastlıyorum. Ancak konuya ilgi duymaya başladıktan sonra “algıda seçicilik” kavramı kapsamında etraftan duyduğum her olayı koşuya nasıl bağlarım şeklinde bir merak sonucu her olumsuzluğu koşu ile incelemeye ve bu şekilde alternatif bir çözüm önerisi haline getirmeyi düşündüm; bu da yeni bir konu serisi oluşturdu benim için.

Olaya baştan başlamak istedim, başın ve vücudun en önemli organı olan  beyinden. Obsesif Kompulsif Bozukluk-OKB, obsesyon adı verilen takıntılı düşünce, fikir ve dürtüler ile kompulsiyon adı verilen yineleyici davranışlar ve zihinsel eylemlerden oluşan beyinle ilgili bir  hastalık, kısaca takıntı hastalığı: Temizlik ve düzen takıntısı, başkasına zarar vermekten korkma, çocuğumun başına bir şey gelecek korkusu, sayılara takma…Yirmi yaşından itibaren de ortaya çıkıyor, yani tüm yaşamı zehir edecek cinsten istenmeyecek bir durum. Tabi fiziki olarak bulgu veren ve derecelendirmesi, fark edilmesi güç olan bir durum, aşırı düzeyde olanlar hariç. Eskiden ilaç tedavisi de pek yok. Meşhur Freud tedavileri ve filmlerdeki çocukluğuna döndürme seansları dışında zaman ve para gerektiren ve  başarısı düşük tedaviler nedeniyle yaygınlığı bilinememiş yıllarca. 20 YY ortalarından itibaren geliştirilen ilaçlar ve psikolojik tedavilerin birlikte kullanımı ve insanların gelir, sosyal düzeylerindeki artışlar nedeniyle tedavi isteyenlerin çoğalması ile elde edilen rakamlara göre yaygınlığı %2-3 olarak hesaplanıyor, yani 150-200 milyon kişi OKB hastalığına yakalanmış ve yeni doğanlar yakalanacak, hastalığın genetik nedenleri ile çevresel etkiler yanında.

Bu güzel kızın adı Claudia Barnett, 20 yaşlarında OKB teşhisi ile antidepresan alıyor fakat pek de faydasını göremiyor, takıntılar devam ediyor bu çağda hayatını zehir edercesine. Claudia aynı zamanda omurgasını sakatlamış bir olayda. İlaç ve tedaviler pek fayda etmeyince bu yaşımda sağlıklı ve mutlu olamazsam ne zaman olacağım diye iyice karamsarlığa düşmüş. Bir gün yolda yürürken bir iyilik perisi çıkar karşısına ve dile benden ne dilersen diye sorar; o da sağlıklı olmayı ister ve de peri elindeki sihirli değneğini sallayarak Caludia’yı takıntılarından kurtarır. Olay masallarda ki gibi tam da bu şekilde gelişmese de benzer bir şekilde gelişir. Caludia bir gün koşma ile ilgili bir yazıyı okuyunca hayatı değişmeye başlar. Bunlar yabancı olduğundan bizim gibi sürekli dizi, maç izlemez çoğunlukla okurlar, nedense. (Yıl 205, Boston’da kar alarmı verilmişti. Normalde bu durumda insanlar yiyecek stoklar, kırda, köyde ise odun stoklar. Bir kitapçı da idim. Bir dergi alıp sıraya girdiğimde insanların sepetlerinde bir çok kitap ile sırada olduğunu fark ettim, sorduğumda bu kışta kıyamette dışarı çıkamazsak okuyacak bir şeyler olsun cevabı almıştım.)  Koşmaya karar verir. Benim gibi önce 5K dener, kendini acayip iyi hissetmeye başlar ve olay bildik biçimde devam eder: 10K daha fazla. Caludia şimdi eğer omurgasındaki sakatlıktan kurtulursa Londra Maratonunda koşmayı hedefliyor.

“Bir çiçekle bahar olmaz” diyenler için en son yayınlanan akademik yazılardan bu konuyu destekleyici istatistiki anlamlılıklarını da daha sonra yayınlamayı planlıyorum, hatta bu konuda kendi akademik yazımı da hazırlayacağım…Yaşamkent, 20 Nisan 2018

Obsesif Kompulsif Bozukluk ve Koşma -2   

Sıradaki konular:
-Diabetes Mellitus ve Koşu
-Kalp Sağlığı ve Koşu
-Tansiyon ve Koşu
-Diz Sağlığı ve Koşu
-Akıl Sağlığı ve Koşu
-İnovasyon ve Koşu
-Stress ve Koşu
-Uyku Bozuklukları ve Koşu
-Hayatta Başarı ve Koşu
-Okul Başarısı ve Koşu
-Sigara ve Koşu

 

Obsesif Kompulsif Bozukluk ve Koşu -2

Depresyon ile ilgili genel semptomlar: Ruhsal çöküntü, ilgisizlik, iştah değişikliği, yemek istememe ya da yemeğe düşme, uyku bozukluğu, psikomotor ajitasyon (bunun tanımı için internete bakmak gerekiyor, bayağı uzun), yorgunluk, kendini değersiz hissetme, konsantrasyon eksikliği ya da bozukluğu, sürekli ölümü düşünmek…Bu liste uzar gider, kısaca karamsarlık ve olumsuzluk diyelim.

Yapılan araştırmalardan elde edile sonuçlara göre aerobik egzersizler genel stres ve ansiyete düzeylerini azalttıkları gibi hafif-orta şiddette seyreden depresyon semptomlarında gelişme sağlamaktadır. Aerobik yapma ve OKB arasındaki ilişkiyi inceleyen bir araştırmada, bu hastalık nedeni ile tedavi görmekte olan hastalara, tedavilerine devam ederken 12-hafta boyunca orta ve yoğun seviyede koşu egzersizi eklemişler. Ortaya çıkan bulgularda OKS semptonlarının şiddeti ve frekansında anında iyileşme görülmüş. Ayrıca bu 12 hafta boyunca da bu iyileşme artarak devam etmiş.  Araştırmaya katılan hastalarda bu iyileşme program sonrası altı ay daha devam etmiş.

Koşmak Neden İyi Geliyor
Bu tip egzersiz ve koşmanın belirtilen semptomları azaltmada çeşitli etkileri olmakta. Öncelikle koşmak beynin biyolojik yapısını etkilemekte. Fareler üzerinde yapılan deneylerde klasik tekerlek döndüren farelerin beyinlerinde yeni nöron bağlantıları oluştuğu gözlemlenmiş. Egzersiz-koşu “büyüme faktörlerini” salınımına bu da nöronların yeni bağlantılar oluşturmalarına sebep oluyor. Yine egzersiz-koşu endorfin salınımını tetiklemekte, mutluluk hormonu olan endorfin kimyasal olarak stresin önüne geçerken mutluluğu artırmakta.

Egzersiz self-esteem,özsaygıyı artırmakta. Sürekli egzersiz yapan kişi fiziki ve mental olarak çok daha iyi hissetmekte ve biyolojik olarak gelişmektedir: Kalp atım hızı, tansiyon, kan şekeri, diğer binlerce endokronolojik sıvılar fark edilecek seviyede artmakta zararlı olanlar azalmaktadır.

Egzersiz-koşma insanı çok daha fazla sosyal hale getirmektedir. Sosyal-medya ile sosyalleştiğini zanneden bugünkü teknoloji-bağımlısı fakat tersine sosyalleşme aksine spor salonlarında olsun, yarışlarda olsun yeni bir grup arkadaşlığı oluşmaktadır. Bu sadece yaşıtlara ya da mesleğe bağlı klasik gruplaşmadan farklı olarak her yaş, sınıf, eğitim, meslek gruplarındaki insanları tek ve faydalı bir ortaklığa götürmektedir.

Egzersiz konuya olan ilgi artışı ile konsantrasyon ve ilgisizliğin üstesinden gelebilecek yeni ve faydalı bir uğraşa kapı açmaktadır. Üye olduğum koşu sitelerinde paylaşılan konular, koşu ayakkabısı seçimi, koşu saati, kompresyon çorabı, koşu şortu hepsi yeni ilgi alanları oluştururken, koşularla ilgili PR (kişisel rekorlar), Türkiye rekorları, dünya rekorları hep yeni pencereler açmaktadır. Youtube ya da diğer sitelerde dünyanın en hızlılarını ya da maratonu iki saatin altına çekmeyi deneyen dünya çapındaki projeleri izlemek, bu kişileri tanımak, hepsi faydalı ve yeni ilgi alanları oluşturmaktadır. En önemli özelliğimiz olan iki ayak üzerinde yürümenin ve koşmanın basit bir mekanik ve beyin faaliyeti olarak düşünenler yanılmaktalar. Koşu sayesinde nasıl adım atılacağı, yere nasıl basılacağı, nasıl duruş sergileneceği, nasıl nefes alıp-verileceği hep yeni öğrenilecek bilgiler. Bunların çoğuna doktorlar bile vakıf değiller.

Bütün bu biyolojik, sosyal, fizyolojik gelişimler, bence çok ciddi olmayan tüm hastalıklarla birlikte OKB alıp götürecek bir akım olarak, çok ciddi olaylarda bile tıbbi tedavilerin en önemli desteği olacak gibi. Özellikle de gelişen ve geliştiği oranda insanı yalnızlaştırarak genlerinde olsun olmasın OKB için değerlendirilmesi gereken iyi bir seçenek. Sürekli ilaçlara bağlı olmaktansa günde 30 dakikadan başlayacak bir süreyi feda etmek bir dizideki reklam süresinden bile çok kısa.

Epigenetic Etkiler
Tüm bunlardan daha önemli bir konu da “epigenetic” olarak elde edilecek ve aktarılabilecek özellikler. Epigenetic ne demek?  Son 20-30 yılın en önemli ve en hızlı gelişme genetik biliminde. Fakat buna rağmen henüz bir arpa boyu yol alınmış durumda. 2003 yılında insan genom haritası ortaya konulmasından sonra elde edilen gelişmeler ile insan ve diğer bir çok canlı genleri ile oynanabilir hale gelmiş ve hatta sentetik canlılar (lego gibi oluşturulan DNA dizilerinin bakteri hücresi çekirdeğine konulması ile ortaya çıkan yapay canlı) ortaya çıkarılmıştır.  Ancak DNA üzerindeki genlerin birbiri ile ilişkileri o kadar karmaşık ki, hâlâ, tam kontrol önümüzdeki 15-20 yıl içinde ancak sağlanabilecek. Hâl böyle iken bir de bu genlerin işlev yapma sırasında etkilendikleri çevresel ve rastlantısal anahtarlamalar ile genotip aynı olmasına rağmen fenotip değişimler, nesilden nesile de aktarılabilmektedir. 

Bunun konumuz üzerinde yorumu ise: Doğuştan aktarılan DNA yapımız ve genlerimiz bizim yapımızı, hastalıklarımızı, zekâmız, diğer biyolojik ve buna bağlı psikolojik oluşumumuzu şekillendirirken, ilave olarak yaşam biçimi, yediğimiz-içtiğimiz, çevremiz ve diğer bilinmeyen rastlantısal etkilerle bu genlerin işlevi sırasında oluşturacakları değişiklikler hem bizim yaşantımızı etkilerken, bizden sonraki nesillere de aktarılabilmekte olduğu. Altmış yaşından sonra bile spora başlansa, 60 yıllık DNA’mızın “Gen expression-Gen İfadesi” değişebilmekte, yani bu yaştan sonra yıllar içinde oluşan biyolojik ve buna bağlı psikolojik yapımız değişebilmektedir. Bu değişim spor yapma ile oluşuyorsa çok olumlu yönde olmakta, beyinde yeni nöron yapıları oluşmakta, kalp kasları, diğer kaslar, kemik yapısı, endokronolojik oluşumlar hep olumlu yönde gelişmektedir. 

Altmış yaşında elde edilebilecek bu olumlu kazanımlardan daha önemlisi ise henüz  potansiyel anne-babanın egzersiz-koşma ile elde ettiği epigenetic yapıyı çocuklarına aktarabilme şansı; kendi anne-babadan hasbelkader gelen genlerin bir kader olarak kalmayıp hem kendi yapımızda hem de gelecek nesillerde değiştirilebilmesi.  Bu durumda bilimsel gelişmeler ve araştırmalar spor yapma-koşma-egzersiz işlevini artık kişinin kendi bileceği iş olmaktan çıkarıp gelecek nesiller için mevcut DNA’mızın geliştirilmesi ve çocuklarımızın daha sağlıklı olması için bir gereklilik olarak önümüze sürmektedir. 

Kısaca spor-egzersiz yapmakla: Kendi biyolojik ve psikolojik yapımızı olumlu yönde değiştirebilme olanağı, gelecek nesillere düzeltilmiş fenotip oluşturabilecek epigenetic yapı aktarmayı, hâlen çocuklarımız varsa yine sporla epigenetic yapılarını değiştirebilmeyi ve bu noktadan itibaren artık kaç nesil gelecekse hepsinde etki bırakmayı, ister kalp, ister şeker, isterse psikolojik hastalıklar; OKB, depresyon, dementia (Alzheimer, Parkinson vb) kayıtlardan silmeyi sağlamış oluyoruz.
Yaşamkent, 20 Nisan 2018