Wayland Koşu Günlüğüm

3 yıllık Covid karantinası sonrası nihayet Wayland MA’da yaşayan çocuklarıma ve torunlarıma bir ziyaret ayarlayabildim. Aldıkları yeni evi görmek ve çocuklarımla tanışmak beni heyecanlandırdı. Diğer bir düşüncem de, koşu yapacağım en iyi rotaları bulmaktı. Boston Run To Remember’da iki kez yarı maraton koşmuştum ve Boston’ın koşmak için iyi bir yer olduğunu biliyordum, rotalar, manzara, saygılı sürücüler vb.

İlk gün, oğlumun komşusu olan Dr MD, David Morris ile tanıştım ve ertesi sabah için birlikte bir koşu organize ettik. Bölgede yabancı olduğum için WaylandQdaki koşu parkurlarını ve sokaklarını tanımak için iyi bir fırsat oldu. Ertesi sabah bir araya geldik ve David, bir hastanede acil servis doktoru olarak çalışmak için ayırdığı kısıtlı zamanı nedeniyle beni kısa bir yola çıkardı. Woodridge Yolu, Wayland Mid-School,, Loker İlkokulu üzerinden evimizden başlayıp yaklaşık 6 km’lik eve dönüş yaptığımız bir turu tamamladık.

Ertesi gün yalnızdım. Rastgele bir rota seçtim. Rice Road’da koşarken, bir göletin yanına park etmiş arabaları gördüm. Bu bir patika için başlangıç noktası imiş. Bir ormanın içinden tırmanmaya başladım. Yerin adının Hamlen Woods olduğunu sonradan öğrendim.

Bir süre koştuktan sonra ormanda kayboldum1. Ağaçlarda tabelalar ve köşelerde harita vardı ama ne yazık ki gözlüksüz olduğumdan sorunu çözemedim. Geri koşabilir ve girdiğim aynı noktaya ulaşabilirdim ama bu benim için değildi. Tanrıya şükür köpekleriyle yürüyen insanlar vardı. Sonunda diğer yöne, havuzlara ve Riec Road’a doğru yolumu buldum, buradan eve dönmek kolaydı. Sıcak ve nemli bir gündü. Eve geldiğimde serinlemek için havuza daldım. Kısa ama zorlu bir parkur koşusuydu, toplam 9K ve 58 dakika sürdü, toplam çıkış 120 metreydi.

Üçüncü koşum, Natick’teki başka bir göle, Kuzey Gölü’ne veya Cochituate Gölü’ne doğruydu. Yine hiçbir hazırlık yapmadan yola çıktım. Göle ulaşmak için yolda biraz mesafe koşmam gerekti. Girişe ulaştığımda gölün etrafında koşmak için bir yol gördüm. Lake Beach’te tanıştığım 77 yaşındaki gazisi Max’ten bana bir yön vermesini istedim. Bana etrafı gezdirdi ama o gün için çok fazla olduğu için etrafı turlamadım ve ikinci olarak özel bir alan gördüm ve kimseyi rahatsız etmek istemedim. Geri döndüğümde koşu mesafem 12K idi. Her geçen gün bölgeyi, yolları ve çevreyi öğreniyordum.

Daha sonraki bir gün adidas pro yarı karbon koşu ayakkabım2 geldi.

Aslında, bir şansım varsa ve bunu karşılayabilirsem, “Nike ZoomX Vaporfly NEXT% 2, Adidas Adizero Adios Pro 2.0, HOKA Carbon X 2, ASICS MetaSpeed, Brooks Hyperion Elite gibi gerçek bir karbon kaplama ayakkabıyı (CPS) deneyebilirim. 2, New Balance FuelCell RC Elite v2, Saucony Endorfin Pro 3” ve daha pek çok ayakkabı fiyatları 200-250 dolar civarında.

Nike’ın öncülük ettiği bu ayakkabılar, başlangıçta sadece elit koşucular için piyasaya sürülmüştü. Eliud Kipchoge, bu tür ayakkabılardan biriyle koşarak 2 saatin altında maraton koşan ilk atlet olarak tarihe geçti. Ancak pek çok marka ve türün piyasaya çıktığı günümüzde, biz rekreasyonel koşucular için bunlardan birini alma zamanının geldiğini söyleyebiliriz. Ama o pahalı ayakkabılardan birini giydiğimde sallanan bir beşik gibi hissettim ve çok çabuk parçalanacakları belliydi. Bu yüzden teknolojiyi daha sonra tam olarak kullanmaya karar verdim ve 100 $ fiyatla bir çift “Adidas Adizero Adios Pro” sipariş ettim. Orta tabana konulan yarı-karbon plaka ile 250$’lık gibi sert değil ama daha çok hoşuma gitti. Adidas’ımı ilk kez bağladım ve ilk kez koşacağım başka bir rotaya yöneldim. Başlangıçta bayır yukarı idi. Ama yine de ayakkabının farkını hissettim, kişisel verilerime göre. Plasebo etkisi ya da veya ayakkabıdan sanki çok daha hızlı koşuyordum? Altıncı kilometrede yol ayrıldı ve rastgele seçtim, hangisi sağa gidiyor. Bu noktada, Rice Road tabelasını görene kadar aşağı doğru koştum. Bu noktadan sonra, 1h4 ve 12k’den sonra, eğimli ve bilinmeyen topraklarda oldukça hızlı bir tempoda kolayca geri döndüm.

Boston daha önce bahsettiğim göllerle dolu. Bugünkü koşumda Dudley Gölü’ne doğru bir rota için çalıştım. Telefonumu yanıma almadım, GPS yok, sadece koşu öncesi haritada biraz çalışmıştım. Ama göle ilk gidişim olduğu için dönüm noktasını kaçırdım ve kendimi Saxonville adlı bir köyde buldum. Orada hedefimi pas geçtiğimi anladım ve eve dönüş yolunu aramaya başladım. Elm Sokağı tabelasını gördüm fakat bir anlam vermedi. CAdde boyu koştukça hedeften ayrıldığımı hissettim. Bir keresinde çıkmaz bir yola girdim. Bir noktada Su Kemeri tabelasını gördüm. Yükseltilmiş bir yoldu ve bir bariyerden geçerek orada koşmaya başladım. Asfaltta koşmaktan çok daha iyiydi. Böylece başka bir büyük caddeye ulaştım, karşıya geçtim ve başka bir su kemeri. Sonunda, birkaç gün önce koştuğum Wayland Main Street’e çıktığımı anladım. Toplam mesafe 16K olarak hesapladı Garmin saatim.

Dudley Pont’un etrafında koşacağıma söz vermiştim kendime. Bu sefer gölete ulaşan sokağın adını ezberledim. Bu koşuda doğru noktadan döndüm ve göletin etrafında uzanan Lakeshore yolunu buldum. Bundan sonrası kolaydı.

Başka bir gün Doğu’ya Weston’a doğru yola çıktım. Bu kasaba MA’daki en pahalı çevrelerden biri olarak bilinirmiş. Evler daha ihtişamlı, geniş, bol bahçeli ve pahalı görünümlü idi. Yolun devam ettiğini görünce ilk sokaktan kuzeye Pine Street tabelasına döndüm. Döndüğüm sokak bu sefer uçsuz bucaksız görünüyordu. Eve dönüş için batıya dönmem gerektiğini hissediyordum. Ama dönüş yolu görünmüyordu. Sonunda sola doğru ilk çıkan sokağa girdim ve bir süre sonra kendimi evin 6-7 km kuzeyindeki Boston Post Road’da buldum. Buradan önceden koştuğum Old Connecticut Caddesini gördüm. Oradan Rice Street ve back to home. Toplam koşu, 110m yükselişle 12K idi ve yaklaşık 1:10 saat sürdü. Bu koşuya Weston Koşusu adını verdim.

Wayland’den ayrılmadan önceki son koşum yine Dr David’leydi.
Aynı rotayı koştuk ve bir daha ki sefere kadar vedalaştık. Keşke bir gün Boston
Maratonu koşsam. İstanbul Maratonu’nda koştuğum süreye göre yaş grubumda Boston Maraton’a katılmak için kalifiye olsam da, Nisan ayındaki bu yarış Boston’da kalış süreme uymuyor.

“Sağlığa Koşu” kitabımda bahsettiğim egzersizin sağlığa faydalarının yanı sıra yeni bir şehirle tanışmak ve teknolojik aletlere bağımlı olmamak, oryantiring3  egzersizi, insanlarla tanışmak gibi birçok fayda sağlıyor. , başkalarıyla koşmak, egzersizi eğlencelibir sosyal duruma dönüştürebilir.

ANA SAYFAYA GİT

Wayland, MA, 1-26 Ağu 2022

1 Her türlü koşu ekipmanım, GPS yüklü cep telefonum, Garmin Koşu Saatim hatta Oura Ring’im var.
2 Literatürde bulduğum şey, CPS, ayakkabının orta tabanına gömülü kavisli bir karbon fiber plakadır. Plakanın kendisi bir bıçak gibidir ve hafif karbon fiberden yapılmıştır. Bu bıçaklar, atletin daha uzağa, daha hızlı ve daha az yorularak koşmasını ve sıçramasını sağlayan bir “yay” gibi kinetik enerjiyi (koşarak üretilen) depolar. Her adımda, sert karbon fiber plaka, ayakkabıdaki yastıklama malzemesinin daha hızlı sıkışmasına ve genişlemesine yardımcı olarak, koşucu hareket ettikçe daha fazla enerji geri döndürür. Karbon fiber plaka ayrıca koşucunun ayak bileğini stabilize etmeye yardımcı olarak dönme kuvvetini azaltır ve iş yükünü azaltır. Teorik olarak, karbon plaka, koşucuların bir yarış veya sıkı çalışma boyunca daha uzun süre “daha dinç” kalmalarına yardımcı olurken, daha az zorladığından koşu sonrası daha hızlı toparlanmaya yardım eder. Şimdilik  koşucu süratine %4 kadar bir katkı sağladığı iddia edilmekte, ayakkabı üreticileri tarafından.
3 Oryantiring, 1800’lü yıllarda İsveç’te ortaya çıkan oryantiring, zaman karşı yarışan katılımcıların pusula ve harita yardımıyla hedefleri bulduğu bir spor branşıdır.  Oryantiring müsabakasında amaç araziye yerleştirilmiş hedefleri en kısa sürede bulup parkuru tamamlamaktır.
4 Wayland, Wayland, Amerika Birleşik Devletleri’nin Massachusetts eyaletinde yer alan ve Middlesex ilçesinde yer alan sessiz, ormanlık, muhteşem doğa ve yabani hayvanların bulunduğu Amerikanın en yaşanılası seçilen küçük bir kasabasıdır. 2022 yılı toplam 4.761 hanede  14.038 kişi bulunmaktadır. Wayland’daki ortalama yıllık hane geliri 237.882 dolar.

Egzersiz Mitleri

DANIEL LIEBRMAN: Daniel E. Lieberman, Harvard Üniversitesi’nde Department of Human Evolutionary Biology paleontoloji profösörüdür. İnsan, homo sapiens anotomisi evrimi üzerine yaptığı araştırmalarla tanınır. Bu konuda bir çok makale ve kitabı olduğunu yazmaya gerek yok. Ancak egzersiz konusunda da kitaplar yazmış. Ben de internette bulduğum egzersiz ile ilgili araştırma ve düşüncelerini aktardığı yazıyı çevirerek ülkemizde de insanların bilmeden özellikle yaşlıların koşmamalarını öneren eski kafaların üfürmelerine hemen inanmamaları ve biraz daha araştırma yapmalarını sağlamak istedim. Bu arada benim 2019 yılında yayınlanan “Sağlığa Koşu” kitabım ve bu sitedeki bir çok yazıda yaptığım önermelerin yıllar sonra Harvard’lı bir prof tarafından tekrarlanmasını anlamlı buldum.

Çeviri buradan başlıyor.
Aman Tanrım, egzersizle ilgili o kadar çok efsane var ki, nereden başlayacağınızı bilmek zor. Efsaneler atalarımızın gerçekten inanılmaz derecede güçlü olduğu, hız ve güç arasında “trade-off “olduğu, yani birini yapmak için diğerinden taviz vermek gerekeceği, yaşlandıkça fiziksel olarak daha az aktif olmanızın normal olduğu, mükemmel bir egzersiz türü süresi olacağı… Pek çok insanın egzersiz konusunda araştırmalar yaptığını görüyorum. Bu yüzden, evrim ve antropoloji gözlüklerimi kullanarak fiziksel aktivite ve egzersiz hakkındaki birçok efsaneyi çürütmek için bir kitap yazmak istedim. İnsanların üzerinde evrimleştiği herhangi bir fiziksel aktivite varsa, o da yürümektir. Yürüyüş, insan fiziksel aktivitesinin en temel temel şeklidir.

Ortalama bir avcı-toplayıcı türü günde 10, 15.000 adım atıyor olması gerekir. Pandemiden önce ortalama bir Amerikalı, günde 4.700 civarında adım atıyordu. Amerikalıların sadece %20’si, dünyadaki sağlık kuruluşlarının bir yetişkin için minimum olduğunu düşündüğü, haftada 150 dakika olan egzersiz seviyesine erişmekte (Bu rakam WHO tarafından 2021 yılında haftalık 300 dakikaya çıkarılmıştır.) Yani %80’imiz gerçekten çok temel miktarda egzersiz yapmak için mücadele ediyor ve başarısız oluyor, ancak neredeyse herkes yeterince egzersiz yapmak istediğini söylüyor. Artık fiziksel olarak aktif olmak zorunda olmadığımız bir dünyada yaşıyoruz. Bu durumda, daha da çok fiziksel olarak aktif olmayı seçmek zorundayız ve bu o kadar kolay değil. Çünkü Taş Devri’nde eliptikler, koşu bantları ve başka tür egzersiz aletleri yoktu. Kalp atım hızınızı yükseltmek istiyorsanız, muhtemelen koşuyordunuz. Ve koşmakla ilgili en büyük efsanelerden biri de dizlerinizi mahvedeceği idi.

Daha fazla koşan insanların artrit alma olasılığının daha yüksek olmadığını gösteren binlerce araştırma, bir düzineden fazla randomize, “controlled-perspective, gold-standart” araştırmalar var. Aslında birçok araştırma, koşma gibi fiziksel aktivitelerin eklemlerinizin kendi kendilerini onarmasına ve sağlıklı kalmasını sağladığını gösteriyor. Koşma yaralanmalarının bir çoğuna ise bence, düzgün koşmayı becerememiz neden oluyor. Koşmak, yüzmek ya da yaptığımız diğer faaliyetler gibi bir beceridir. Diğer bir konu ise, insanlar diğer kültürlerde, özellikle Taş Devri’nde, koştuklarında, her gün ve düzenli olarak koşmadılar ve muhtemelen belki haftada bir kez ya da buna yakın bir şekilde koşmaya giderlerdi. Yani, yollarda haftada beş, altı kez uzun mesafeler koşma fikri, vs., bunların hepsi biraz tuhaf Batılı adetleri ve bunda illa ki yanlış bir şey yok ama, bunun doğrusunu da öğrenmeniz gerekiyor. Ve yeterince güç kazanmanız, koşma becerilerini öğrenmeniz gerekiyor; ama bunları yaparken de insanları koşmaktan soğutmamak gerekir.

Batı dünyasında egzersiz hakkında düşündüğümüz en zararlı, en ciddi, en sorunlu, en endişe verici adet, inanış insanların yaşlandıkça fiziksel olarak daha az aktif olmalarının normal kabul edilir olmasıdır. Biz Amerikalılar, yaşlandıkça gücümüzün hızla azaldığını biliyoruz. 60’lı ve 70’li yaşlardaki insanlar oldukça zayıflar, ancak avcı-toplayıcılar yaşlandıkça fiziksel olarak aktif kalırlardı, çünkü sürekli birşeylerle uğraşırlardı. Bir şeyleri kaldırmak, taşımak ve onları güçlü tutan şeyleri yapmak zorundaydılar. Sonuç olarak, güçlerini koruyorlardı ve bu güç önemli idi; çünkü yaşlanmanın gerçekten ciddi, en zararlı sorunlarından biri “sarkopeni” dir. Sarco “kas” ve penia “kayıp”tır – yani sarcopenia kas kaybı demek oluyor. Batı’da insanlar yaşlandıkça, çok fazla güç ve kuvvet kaybetme durumundadırlar ve bu da en temel, gerekli görevlerini yerine getirmeyi güçleştirmektedir. Ve bu durumda insanlar daha az aktifleşir hareketsizleşir. Daha az aktif olduklarında da daha az formda olurlar. Ve gerçekten feci, kısır bir döngüyü harekete geçirmiş olurlar.

Yaşlandıkça, sağlığınızı korumak, güçlü ve sağlıklı kalmak için gerçekten önemli olan güç kayıplarını önleyebilmemiz için, kuvvet antrenmanı giderek daha önemli hale gelmiştir. Eşsiz bir türüz, üremeyi bıraktıktan çok sonra yaşamak için evrimleşiyoruz. Genellikle fiziksel aktivitenin yaşam süresi üzerindeki etkilerini, daha ne kadar yaşayacağımızı düşünürüz. Modern tıptan önce, ne kadar yaşayacağınızı belirleyen şey, aslında ne kadar sağlıklı olduğunuz, “sağlık süreniz”di. Ve bu yüzden sağlık süresi gerçekten anahtar konumundadır. Ve fiziksel aktivitenin sağladığı fayda, sağlık sürenizi uzatmasıdır ve bu nedenle sağlık süreniz, yaşam sürenizi uzatır. Bu yüzden yaşlandıkça, fiziksel aktiviteyi kesmeyelim. Onu koruyalım, biraz güçlenelim, biraz dayanıklılık kazanalım. Kanıtlar tartışılmaz. Yaşlandıkça daha fazla fiziksel aktivitenin gerçekten faydalı olduğunu gösteren tonlarca veri var. Ve diğer araştırmalar da aynı şeyi gösteriyor – yaşlandıkça fiziksel aktivite sağlığınızı korumak için daha az önemli değil, daha da önemli hale gelmektedir.
Video için link Exercise Myths Debunked

ANA SAYFAYA GİT

Wayland Running

After 3 years of Covid Lockdown finally I could arrange a visit to my children and grandkids living in Wayland MA. I was excited about seeing the new house they bought as well as to meet my children. Another issue was to find best routes to run. I had run twice half-marathon in Boston Run To Remember and I know Boston is the best place to run, routes, scenery, respectful drivers etc.

Very first day I met the neighbor, Dr MD, David Morris, who is a runner also as I have learned from my son and fix a run together for the following morning. Since it was the first time for me in the area, it was a good opportunity to acquaintance with Wayland running routes and streets. So we got together in the morning and David took me a short route because of his limited time to devote that he is an emergency doctor at a hospital. We completed a loop starting from our home via Woodridge Road, Middle School, Loker Elementary and back to home, about 6 km.

Following day I was alone. Randomly I picked a route. While I was running on Rice Road, I saw cars parked along a pond entered there. That was a trail. I started to climb through a forest. I later learned the name of the place was Hamlen Woods.

After a while running I was lost1 in the forest. There were signs on trees and map at corners but unfortunately without glasses I could not solve the problem. I could run back and reach the same spot that I entered but that is not my way. Thanks God there were people walking with their dogs. Finally I found my way in other direction back to the ponds and Rice Street, from thee it was easy to turn back home. It was a hot and humid day. When I got home I dive into pool to get cooled. It was a short but a hard trail run, total 9K and lasted 58 minutes, total ascent 120 meter.

My third run was toward another lake, North Lake or Lake Cochituate in Natick. Again without any preparation I just hit the road. I had to run some distance on the road to reach the lake. When I reached the entrance I saw a path around the lake to run. I asked a 77 years old veteran, Max, that I met at lake beach to give me a direction. He pointed at me a tour around but I did not make a tour around because it was too much for the day and secondly I saw some private area and did not want to disturb anybody. When I get back my running distance was 12K. I was learning the area, roads and environment day by day.

On a later day my adidas pro semi-carbon running shoes2 arrived. Actually I would give a try a real carbon plated shoes (CPS) if I can get a chance and afford it, like “Nike ZoomX Vaporfly NEXT% 2, Adidas Adizero Adios Pro 2.0, HOKA Carbon X 2, ASICS MetaSpeed, Brooks Hyperion Elite 2, New Balance FuelCell RC Elite v2, Saucony Endorphin Pro 3″ and many more shoes with fancy names with their prices around 200-250 $. These shoes, pioneered by Nike, are at the beginning launched just for the elites. Eliud Kipchoge run sub-2 hours marathon by running with one of these types of shoes. But nowadays with so many brand and types come to the market so one can claim that it is time for us, recreational runners, to get one of those. But when I put one of those expensive shoes I felt like a swing cradle and it seems they will tear apart very rapidly.

So I decided to use technology fully later and had ordered a pair “Adidas Adizero Adios Pro” with 100 $ price. Midsole carbon plate is not so stiff like the 250 $ one, but I like it more, because not make me swing too much.

So I laced my Adidas for the first time and started to run another route that I run for the first time. The route was hilly at the beginning. But even so I felt the differences, I was running much faster based on my personal data, placebo effect or shoe? At sixth kilometer road divided and I picked randomly the one goes right. At this point I run downward until I saw the Rice Road sign the only few name familiar. From that point I easily turned back after 1h4 and 12k, which was kinda fast pace with ascends and on unknown soil.

Boston is full of lakes I mentioned before. On my today run I studied for a route toward Dudley Lake. I did not take my phone again and of course no GPS thinking I can find my way. But since it was the first time on the street going to the Lake I missed the turning point and found myself in a village named Saxonville. There I understood that I passed my target and tried to find a way back home. Again the street, Elm Street, I was running on there was no turn to home. Once I entered a dead-end road. At one point I saw a sign Aqueduct. It was a raised path and one can enter through a barrier. I took the risk and started to run on this road. It was much better than running on asphalt. So I reached another big street, crossed and another aqueduct. Finally I understood that I was in friend soil because I was on Wayland Main Street which I run a few days ago. So total distance was 16K.

I promised that I will run around the Dudley Pont. This time I memorized the name of the street that reaches the pond. And I run and turned correct point at this time and find the Lakeshore drive which lay around the pond.

Another day I headed toward East, Weston. This town is known one of the most expensive environment in MA, accordingly houses were more magnificence, large, have ample gardens and expensive. When I saw the road continues I turned toward north at the first street. This time the street I turned seems endless, Pine Street.

I was feeling that I should turn west to get my house. But there is no turning point. Finally I entered first street to the left and after a while I found myself Boston Post Road which is 6-7 km north of home. From that point it was just leg business not to worry about where I am. Total run was 12K with an ascend 110m, and lasted about 1:10. I named this run as Weston Run.

My last run before leaving Wayland was with Dr David again. We run the same route and said goodbye until the next time. I wish I run Boston Marathon one day. Even if I may be qualified in my age group based on my time at İstanbul Marathon, dates, which is in April, does not fit my travel period there.

Besides health benefits of exercising mentioned detailed in my book “Sağlığa Koşu-Running toward Health” this type of travel runs provides many benefits such as getting acquainted with a new city and not being dependent on technological devices, kind of orienteering3 exercise, meeting with people, running with others can turn exercise into an enjoyable social occasion.

GOTO MAIN PAGE

Wayland, MA, Aug 1-26, 2022

1 I have every kind of running gear, GPS loaded mobile phone, Garmin Running Watch even Oura Ring.

2 What I found in literature about, CPS is a curved carbon fiber plate is embedded in the midsole of the shoe. The plate itself is like a blade, and is made from lightweight carbon fiber. These blades store kinetic energy (generated by running) like a “spring” which allows the athlete to run and jump farther, faster, and with less fatigue. With every step, the stiff carbon fiber plate helps the foam compress and expand more quickly, returning more energy to the runner as they move. The carbon fiber plate also helps stabilize the runner’s ankle, reducing rotational force and lessening the workload for the calves. In theory, the carbon plate is assisting runners to stay “fresher” for longer throughout a race or hard work out, while recovering more quickly afterwards as their biomechanics have had less strain.

3 Orienteering is a mental and physical exercise that gets participants out into nature. This sport promotes stamina, independence from technology, and spatial reasoning abilities, as well as cooperation skills.

4 Wayland is a quiet, peaceful community located in the MetroWest area of Massachusetts. There are 14,038 residents, living in a total of 4,761 households. The average annual household income in Wayland is $237,882.

Savaşlar ve Çocuklar

Henüz yaşamlarının baharında felaketle karşılaşan çocuklar büyüklerden çok daha fazla etkilenir, bu durumdan. Öncelikle savaşın nedenini anlayamazlar, büyükler gibi. Biz büyükler bir çok savaş kitabı okumuş, filmler seyretmiş ve küçük çaplı da olsa savaş dönemleri yaşamışız, Kıbrıs Barış Harekatı gibi yada sınırlarımıza yakın Irak Savaşı, Azerbaycan Karadağ olayları…

Biliriz ki ülkeler menfaatleri üğruna başka ülkelere saldırabilirler. Burada tabidir ki ülke saldırmaz da bundan menfaat sağlayan kişiler, gruplar bunu körükler, yönetir. Diğer taraftan çocuklar henüz savaşların ağır psikolojik ve yaşama yönelik ağırlıklarına karşı korumasız, dayanıksızdırlar.

Ukraynalı gelini olan Kaptan bir arkadaşımın Muğla’da yerel bir dergide çıkan yazısı da tam buna örnek. Kızı Marmaris’te doğum yapacak bir dede malum savaş nedeniyle ülkesinde kalması gerektiğinden kızının doğumuna gelemiyor. Bu acımasız dünyaya gelecek torununu göremiyor. Nasıl görecek ülke savaşta, ne gelebilir ne dönebilir. Ukraynadaki diğer akrabalar da öyle. Yaşanmakta olan bu dramın detayları Kaptan Mehmet Toker köşe yazısından takip edilebilir.

Tam bu dönemde Amerika’da yaşamakta olan torunlarımın ziyareti sırasında 7 yaşındaki torunumla aramızda geçen konuşmayı Sayın Toker ilginç buldu ve yazmamı istedi.

Olay şu: Torunumun Amerikada okuduğu ilkokul birinci sınıf arkadaşı Max, annesi ukraynalı. Bunlar demek ki kendi aralarında dersten çok, oyundan çok bu savaş işini konuşmuş. Bana sorduğu sorular:

Rusya Ukrayna’yı yenerse Türkiye’ye de savaş gelir mi?
Gelirse bizi de yenerler mi?
Siz ne yaparsınız, ölür müsünüz?
Karadeniz’i geçebilirler mi?
Amerikaya füze atarlar mı?

Doğmamış çocukları, yeni doğmuşları, henüz yetişkin olmayan bu çocukların maruz kaldıkları travmayı düşündükçe, bu savaşı icat eden sadece yaşça büyük diktatörleri lanetlememek elde mi?

Babam derdi ki:Neden Sigarayı Bırakayım,Nasılsa hepimiz öleceğiz 

NİÇİN?

  • Yaşam beklentinizi uzatmak
    En az 10 yıl, en son araştırmalara göre,
  • Hastalık riskinizi azaltmak, daha sağlıklı yaşamak
    Akciğer kanseri, boğaz kanseri, amfizem, kalp hastalığı, yüksek tansiyon, ülser ve reflü, erektil ve cinsel işlev bozukluğu, böbrek hastalığı ve diğer durumlar dahil,
  • Hastane köşelerinde işkence çekerek yaşamamak, eğer hâlâ doktor ve ilaca erişebilen şanslılardan ya da paralılardan iseniz,
  • Ameliyat sırasında solunum ve anestezi komplikasyonları riskinizi ve bir ameliyattan sonra enfeksiyon riskinizi azaltmak
  • Çocuklarınızın hastalanma olasılığını azaltmak
    Solunum ve kulak enfeksiyonları pasif içiciliğe maruz kalan çocuklarda çok daha yaygındır. İlave olarak EpiGenetic sonucu genlerde oluşacak mutasyonların çocuklara ve gelecek nesillere aktarımı
  • Daha sağlıklı hissetmek
    Sigarayı bıraktıktan sonra o kadar çok öksürmeyeceksiniz, boğaz ağrınız veya burnunuz tıkalı olmayacak, artan enerji seviyesi ve egzersiz toleransı
  • Tat ve koku alma duyunuzu geliştirmek
  • Kişisel yaşamınızı iyileştirmek
    Sigara içmek erektil disfonksiyona ve genel cinsel disfonksiyona neden olur
  • Görünümünüzü iyileştirmek
    Sigara içmek kırışıklıklara, lekeli dişlere ve donuk cilde neden olur
  • Paradan Tasarruf – günde 1 paket alma alışkanlığı yılda minimum 10.000 TL
  • Yaşamdan, Zamandan Tasarruf -günde 1 paket 6×20 120 dak, yani 2 saate mal olur yüzde 10,

    Bu kısa-liste hemen akla ve başa gelebilecek en yaygın argümanlar.Buraya sayfalarca bilimsel yazı, korkutucu argümanlar eklenebilir. Ancak aynı sayıda karşı-argümanlar da içiciler ve sigara üretici-satıcıları tarafından öne sürülecektir.

Özel Okul-Kolej Nasıl Seçilir

Bu yıl ortaokula başlayacak torunum Duru için Eskişehir’de okul seçme maceramız daha 4 ncü sınıf başında başlamıştı. Mevcut okula mı devam etsek, yoksa daha iyi bir okul mu bulsak? Aslında olay daha ilkokula girişte başlamış ve Eskişehir’de hangi ilkokula versek diye epey bir araştırmıştık.

Öncelikle mevcut özel okulların listesi çıkarıldı. Sonra bu okulların eve yakınlığı, çevre gibi coğrafi özellikleri belirlenmeye çalışıldı. Daha sonra ücretler, bursluluk sınavları, servis gibi ekonomik veriler araştırıldı. Sıra okul ve eğitimin kalitesine geldi; LGS, YKS başarılar, yabancı dil eğitimleri, spor, müzik, sanat faaliyetleri…

Klasik olarak hemen Eskişehirli dostlar aklımıza geldi. Bir kaç kişiye doğrudan soruldu, araştırma yapması rica edildi. Mevcut okul velileri ile istişare edildi, sohbetlerde hatta sınavlar esnasında bekleyen ana-baba gruplarına gizlice aborda olunmak suretiyle istihbarat toplanmaya çalışıldı. Ancak bilimsellik ve sistemsizlikten uzak bu çabaların sonuç vermeyeceği açık idi. Çünkü tüm işlerimizde olduğu gibi bu konuda elde veri yoktu. Kim kime neyi, nasıl soracak, aldıkları bilgileri nasıl derleyecekti. Her okul kendi başarısını öne çıkaracak broşürlerle çok başarılı olduklarını öne sürmekte idi. Ancak gerçekten hiçbir veriye dayanmayan, karşılaştırma yapma imkanı bulunmayan, istersen inanma türünden bilgilerdi bunlar.

İşin derinlerine indiğimizde, daha önceleri okullar arasında bir derecelendirme yapıldığı ancak her nedense sonradan bundan vazgeçildiğini öğrendik. İnternet üzerinden yapılan araştırmalar da sonuç vermedi. En son 2010’lu yıllarda üniversiteye girişte okul ortalamalarına göre bir sıralamaya rastladık.

Ne yapmalı, Nasıl karar vermeli?
Türkçe sitelerde benzer başlıklarda yapılan aramalarda ortaya çıkan sayfalarda çok genel maddeler ve başlıklarda öneriler verilmekte. Ancak bu maddelerde sorulan soruların yanıtını hiçbir veli çıkaramaz. Çünkü veri yok. Halbuki internette İngilizce bir aramada “School Ranking” yazdığımızda hemen bir çok yabancı sitede okul sıralamaları ve bu sıralamalarda kullanılan metodoloji karşımıza çıkıyor. ABD tüm ülke, eyalet, şehir, kasaba, mahalle seviyelerinde sıralama, değerlendirme ve notlar ortada. Yani orada sadece ilgili sitelere bakma ve ikamet yerinize göre çocuğunuzun gidebileceği okulu sırasıyla, notuyla, yorumlarla görebiliyorsunuz. Hatta aileler ev alırken önde gelen kriterlerinden biri de bölgedeki okulların kalitesi. Tabi kaliteli okul yanında ev almak ilave maliyet demek.

Ben de bu konuya katkıda bulunmak amacı ile ABD kullanılan bir kiter setinin özetini çıkardım. Türkçesi farklı trcüme edilebilir, eğitim ingilizce dilinde.
1 Academics Grade -Akademik Başarı Notu
2 Culture & Diversity Grade – Kültür ve Farklılık Notu
3 Parent/Student Surveys on Overall Experience – Veli/Öğrenci Gözlemi
4 Teachers Grade – Öğretmenlerin Notu
5 Clubs & Activities Grade – Klüp ve Faaliyet Notu
6 Health & Safety Grade – Sağlık ve Emniyet
7 Resources & Facilities Grade – Kaynaklar ve Tesislerin Notu
8 Sports Grade- Spor Notu

Bu ana başlıklar altında sıralı elliye yakın alt-kriter verilmiş. Bu kriterlerin karşısında 1-5 arası bir değerlendirme yapılıyor ve okulun toplam notu belirleniyor. Bundan sonrası sadece sıralama. Ancak bizde bu verilere amatör biri tarafından erişim zordan öte imkansız gibi. Çünkü her okul kendi öğrencilerinin LGS ve YKS aldıkları puanları derleyebilir, ancak bunu resmi bir zorlama olmadan kimseyle paylaşmak istemez. Belki çok başarılı olanlar tamam da ya geride kalanlar? Eğitim danışmanlık firmaları belki bir kısım çalışma yapabilir. Ancak uluslararası çapta büyük firmalarımız olmadığından mevcut yapıda böyle bir liste oluşturulması çok zor. ancak MEB koordineli bir proje ile işe başlanabilse de, bunun ne kadar gideceği de belli olmaz.

Hangi okul öğretmenlerine kaç lira maaş verdiğini açıklamak ister, asgari ücret altında çalışan öğretmen duyumları paralelinde. Ya da hangi okul bünyesindeki öğretmenlerin geçmişini açıklamak ister hatta bilgi sahibidir. Öğrenci başına öğretmen, öğrenci başına harcama, sorunlu öğrenciler…

Diğer bir önemli konu da normal bir memur yıllık maaşından fazla ücret belirleyen okullar. Zaten zorlanmakta olan ebeveynler 2022-2023 ücretlerini duyunca çaresizce bursluluk sınavlarından medet umuyorlar. Ancak bu sınavların da nasıl yapıldığı şeffaf değil. Yine burada da bir sistem, açıklık yok. Her okul kendine göre sınav yapıyor. Baştan kaç kişiye burs vereceği belli değil. Sonradan keyfine göre sıralıyor.

Bu listeyi bize uyarlayıp yayınlamayı planlıyorum. Bu şekilde anna-babaları, dedeleri-nineleri anlamsız ve faydasız çabalarla “Hangi okula versek” sendromundan kurtarabiliriz. Ancak bizim de bir sıralama-değerleme sistemine sahip olabilmemiz için bir otoritenin ya da bir veri şirketinin bunu ele alması lazım. Yine internette pek çok site var, okul ücretleri, yorumlarını verecek gibi yapan fakat altı boş.

Eskiden sadece üniversitelere girmek ve okumak büyük ve önemli olayken sonraları bu liselere, ortaokullara ve sonunda ilkokullara kadar indi, hatta bazı kuruluşların anaokulları ve kreşleri bile ekonomik, sosyal, bilimsel, eğitsel vb bir çok alan açısından başta anne-babaların, sonra dede-ninelerin hatta dayı-amcaların rüyalarına girecek kabus haline gelmiş durumda.

Allah kolaylık versin çocuğu-torunu olanlara.

Dijitalleşiyoruz

Bir konuyu anlayabilmek için konunun kelime anlamını iyi kavramak gerekiyor. Konu başlığı, konuya götüren kelimenin etimolojik kökeni çok önemli aslında. Ondört yaşında Deniz Lisesine başladığımızda, özellikle gemicilik ile ilgili terimlerin anlamını kavramak çok zordu; hatta bizim gibi henüz denizi  ilk defa gören Anadolu’dan devşirme çocuklar için Almanca’dan bile (Bizim zamanımızda yabancı dil öğrenmek çok zordu. Okullarda genelde göstermelik öğretilen İngilizce-Fransızca-Almanca üçlemesinde en korkulan Almanca idi.)

İlerleyen yıllarda İtalya ve İtalyanca ile haşır neşir olunca aslında gemicilik terimlerinin yarı İtalyanca, yarı Arapça kökenli olduğunu görmeye başladım. Hatta İtalyanca ve Arapça çalışmalarım sırasında eskiden muamma gibi gelen kelimelerin, kavramların çok daha basit ve anlaşılır olduğunu anladım. Bu konuda en ironik olanı (İroni: Fr ironie kinaye, alaylı anlatım) iyi bir üniversitenin endüstri mühendisliği bölümünde bir aktarım sırasında ayrı ayrı “endüstri” ve “mühendis” kelimesinin anlamını sorduğumda bir bilen çıkmaması idi, endüstri mühendisliğini seçmiş, okuyan ve kalan yaşamları bu ünvanla anılacak gençler arasından.

Bunun gibi “dijitalleşme” bugünlerde çok yaygın olarak kullanılan ve kurumların, firmaların bilerek ya da modaya uyarak sahip olmak istedikleri bir değişim, teknolojik bir aşama ve günümüz olmazsa olmazlarından. Bunun önemi ve gerekliliğini digital çağ içinde doğmuş, büyümüş kuşaklar pek kavrayamayabilir, nasıl ki eskiden kullanılan mektup, telgraf gibi. Eskiden bir bankada işlem yaptırmak için gidildiğinde müşteri kartı çıkarılır onun üzerinde elle işlemler yapılırdı. Bırakın kıtalararası işlemleri iki sokak ötedeki aynı banka şubesi işlemi bile epey meşakkatli olurdu.

İlk defa bilgisayar delikli kartlarını Amerikadan gelen bilgisayar eğitimi almış öğretim görevlisi elinde 1975 yılında görmüştük; ancak henüz bu kartları okutacak bir bilgisayar yoktu. Hocamız bu delikli  kartlardan birer ikişer bizlere dağıtmıştı. Hala saklayan var mıdır sınıftan bilemiyorum.   İlk defa 1980’de Monterey Kaliforniya Naval PostGraduate School’da bu kartları kullanarak Fortran IV program ile tanışmıştım. Yine 1981 yılında ilk PC NPGS Spanagel Hall Binasında Digital Processing Lab’a tekerlekli bir araba üzerinde araştırma görevlisi tarafından itilerek l getirildiğinde görmüştüm. Aynı yıllarda Bill Gates Kaliforniyada bir garajda Z-DOS geliştiriyordu.

Yurda döndükten sonra gittiğim akademide digitalleşme ile ilgili adımlar atmaya çalışmıştım, safça. O dönemde öğrenciler sunumlar için Rapido marka kalem ve şablonlarla asetat üzerine yazılar yazması  mecburdu. Bu konu o kadar abartılırdı ki nerede ise bir sunum olduğu gibi asetatlara yazılır ve tepegözlerde sunulurdu. Doğal olarak, zaten kitap kullanılmayan bu okulda, öğrenciler tüm zamanlarını asetat üzerinde geçirirlerdi. Hatta bu asetatlar üzerinde sanat icra eden renkli kağıtlar yapıştıranlar çok takdir görürdü. Şimdi benim torunlar ilkokulda bu tip elişi çalışmaları yapıyorlar. O zamanın Commodore-64K bilgisayarı  üzerinden TV’de  bu yazıların çok daha kolayca sunulableceğini göstermek istedim, elektronik mühendisiyiz ya. Ancak görülmemiş bir tepki almıştım, “Bu ne yaa!” gibisinden. Yine o zamanlar yayınlanan simulasyon dergileri ekinde verilen floppy disklerdeki programlarla olayların oynanmasını da önermiştim. Ancak yine kabul görmedi  ve yazı yazma konusundaki  doğuştan gelen beceriksizliğim sonrası okulu gerilerde bitirmiştim.

Bugünlere geldiğimizde dijitalleşme (sayısallaşma) hayatımızın bir parçası değil neredeyse tamamı oldu, yediden doksana (annem 90 yaşında); bilmeyen, duymayan kalmadığı gibi kullanmayana artık yaşam hakkı yok gibi. Çok yakında artificial intelligence (yapay zeka) ,  robotlar ve diğer dijital aygıtlar sessizce yaşam döngümüzü ellerine geçirerek bizleri atıl bırakabilecek.

Dijital aygıtların gelişmesine bağlı olarak dijital ürünlerin, servislerin hayatımızdaki yeri 1990 yılından itibaren  anlaşılmaya başlandı. 1999-2001 yıllarında yöneticilik yaptığım KabloNet firması ile Türk Telekom partnership proje ile oluşturulan fiber altyapı üzerinden yüksek süratli TV yayın ve internet hizmetleri sunulmaya başlandığında öncelikle bankalar bu veri yolunu kullanmak istedi, ardından TV ve video firmaları. Türkiye’de ilk defa Ankara-İstanbul ofislerimiz arasında şimdiki Zoom benzeri görüntülü görüşme yapmıştık. Ancak o günlerde henüz ticari açıdan önemi büyük firma yöneticileri tarafından anlaşılmış değildi. Günümüz en büyük alışveriş firmasından birinde yönetime gidip ürünü sunmuştum, yıl 2000. Genel Müdür yardımcısına insanların uzaktan alışveriş arabaları ile reyonlarda gezerek istedikleri ürünleri alabileceklerini, bunun altyapısının hazır olduğunu anlatmıştım. Fakat heyhat!  Arkadaş yüzüme bön bön bakmıştı ve doğal olarak bir geri dönüş olmamıştı.

2000 yılından itibaren müthiş bir teknolojik dönüşüm sürecine geçildi. Bunun nedeni ise başta internet, ipad, PC, akıllı telefonlar ve sosyal medyanın gelişimi idi. 2010 yılına kadar firmalar web-tabanlı uygulamaya geçemediler ya da önemini kavrayamadılar. Bu tarihten sonra başlayan dijital dönüşümün içinde ve henüz başındayız. Konu üstsel olarak artıyor; herkes, firmalar, kurumlar dijitalleşme istiyor da nedir bu dijitalleşme?

Kelime Kökeni

Fransızca ve İngilizce digital “tamsayılara ilişkin, sayısal” sözcüğünden alıntıdır. Fransızca sözcük İngilizce digit “1 ile 10 arası sayıların her biri, rakam” sözcüğünden türetilmiştir. Bu sözcük Latince digitus “parmak, özellikle işaret parmağı” sözcüğünden alıntıdır

Dijitalleşme veya sayısallaşma, (İng: digitization ya da digitalization, Alm: Digitalisierung) ulaşılabilir bilgilerin herhangi bir bilgisayar tarafından okunabilecek şekilde dijital ortama aktarılması sürecine verilen addır. Özellikle mühendisler çeşitli fiziki görüntüleri bilgisayara aktarıp çalışmalar yapmak için kullanırlar (Wikipedia).

Kaynak: Kendi çalışmam

Dijitizasyon (Digitization)  terimiyle başlayalım. Dijitalleştirme, fiziksel nesnelerin veya niteliklerin dijital bir temsilini oluşturmayı ifade eder. Örneğin, bir kağıt belgeyi tararız ve onu dijital bir belge (ör. PDF) olarak kaydederiz. Başka bir deyişle, dijitalleştirme, dijital olmayan bir şeyi dijital bir temsile veya yapaylığa dönüştürmekle ilgilidir. Bilgisayarlı sistemlerde tutulan bu nesne daha sonra çeşitli maksat ve fonksiyon için kullanabilir. Üretim alanından  bir örnek, bir ölçümün manuel veya mekanik bir okumadan elektronik bir ölçüme dönüştürülmesi olabilir.

Dijitalleşme (Digitilization), dijital teknolojilerden ve dijitalleştirilmiş verilerden yararlanarak süreçlerin etkinleştirilmesi veya iyileştirilmesi anlamına gelir. Dolayısıyla dijitalleşme, dijitalleşmeyi varsayar. Bunun örnekleri, mikroişlemci tabanlı bir sistemdeki PLC (Programmable Logic Controller)  mantığı veya PID (Proportional-Integral-Derivative)  kontrolü, toplu işlem için sıralı mantık, otomatik kapatma mantığı vb. kadar basit olabilir, firmalarda ERP/MRP ile entegre edilerek geliştirilebilir. Dijitalleşme, maliyetleri düşürürken üretkenliği ve verimliliği artırır. Dijitalleşme, mevcut bir iş sürecini veya süreçlerini iyileştirir, ancak onları değiştirmez veya dönüştürmez. Değişim ve dönüşüm için insan, mühendislik, AR-Ge ve yaratıcılık gerekir, şimdilik tabi, AI bu işlevleri de üstlenene değin.

Dijital Dönüşüm, gerçekten dijitalleşmenin sağladığı iş dönüşümüdür. “Dijital” takma ad biraz yanlış bir adlandırmadır, çünkü dijital dönüşümün özü, dijitalleşme teknolojilerinin etkinleştirdiği veya zorladığı iş süreçlerinin değişmesidir. Bunun bir örneği, Operasyonel Teknoloji (OT ) ile  BT becerilerinin kesişmesi ve örtüşmesinin siber güvenlik endişeleri, veri akışı gereksinimleri ve beceriler nedeniyle daha tek tip bir yönetişim ihtiyacını yarattığı BT/OT yakınlaşmasıdır. Dijital dönüşümün bir başka örneği, fiziksel süreçlerin yerel kontrolünden aynı süreçlerin uzaktan izlenmesine ve kontrolüne geçiştir. Daha iddialı bir örnek, şirketinizin hammadde satıcıları aracılığıyla beslenen müşteri satış hacimlerinizin entegrasyonu ve böylece daha fazla verimlilik ve yanıt için tedarik zincirini entegre etmesi olabilir.
Literatürde bu ve benzer şekilde sınıflandırılmış piramitlere ileride daha fazla katmanlar eklenecektir:
~~Dijital Yaşam-fully on line World
~~Living in-with-merged Machines, Sophia-Hanson Robotics & Beyond

Sophia-Hanson Robotics

Endüstri 4.0 nedir? Dijital Dönüşüm ve Dijitalleşme kombinasyonu içinde yeri? Gelecek yazıda.

Son kitabım Runnemathics sunduğum koşu matematiği ve koşu simülasyonları dijitalleşmenin spor alanına uygulamasıdır. Bu konu da ayrıca dijitalleşme ve spor başlığında incelenecektir.

Ankara, 10 Şubat 2022

Koşu Matematiği

Koşucular fiziksel yeteneklerini, performanslarını ve formlarını nasıl geliştirebilirler? Bir koşucu olarak gelişmek antrenman, sıkı çalışma ve akıllı bir antrenman planı ile bağlantılıdır. İyi bilinen bir gerçek, koşu süratini iyi ayarlayabilen, enerjilerini daha iyi harcayan koşucuların daha hızlı ve daha uzun mesafeler koşabilmeleridir. Zorlu antrenmanlara ve koşu tekniklerini geliştirmeye ek olarak, iyi geliştirilmiş bir yarış simülasyonu da bu konuda yararlı bir araç olabilir.

Yarış simülasyonunun klasik yolu, mümkünse gerçek yarış parkurunda veya başka bir rotada koşmaktır. Koşu bantlarındaki eğimi ayarlayabildiğiniz için, antrenman yaptığınız yarışın iniş ve çıkışlarını tam olarak simüle edebilirsiniz. Hatta tüm yarış pisti özelliklerini simüle eden verileri indirilebileceğimiz koşu bantları (treadmills) mevcuttur. Mesafeye gelince, mesela bir maraton için, antrenman programınızın sonuna doğru maraton mesafesinin yarısını veya üçte ikisini koşmanız yeterli olacaktır. Bu çalışma koşulacak maraton yarışını simüle etmenin ve aynı zamanda performansınızı değerlendirmenin bir yoludur.

Son zamanlarda, bilgisayar tabanlı teknolojinin koşulara uygulanması yeni bir ilgi alanı haline gelmektedir. Bilgisayar tabanlı simülasyon, bilgisayarda gerçekleştirilen matematiksel modelleme sürecidir. Bir koşucunun performansını gerçek yarış pisti yerine sanal bir platformda tahmin etmek için tasarlanmıştır. Koşucuların antrenman çalışmaları, yarışlarının performansını, verimliliğini artırmasına, koşu stratejilerini optimize etmesine, potansiyel yaralanma riskini azaltmasına, gelecekteki yarışlar için temel oluşturmasına ve bir öngörüye sahip olmanın zevki ve vizyonunuzu geliştirmeye de yardımcı olur.

Runnemathics” koşu ve matematik kelimelerinin uygun bir şekilde birleştirilmesinden oluşmuştur. İlk kez 2020 yılında bu kitapta ABD Johnson & Johnson-Ethicon firmasında görüntüleme başmühendis olarak çalışmakta olan oğlum Dr. Tarık YARDIBI önerisi ile koşu ve matematik mühendisliği alanlarının birleşmesi anlamında “runnemathics” olarak kullanılmış ve tarafımdan isim tescili yaptırılmıştır. Orijinali İngilizce olarak yazılan ve ana başlığı “Runnemathics” olan kitabımın Türkçe çevirisi olan bu kitapta da ana başlık “Koşu Matematiği” alt başlık da “Runnemathics” olarak seçilmiştir.

Bu kitapta koşu ve pace-tempo[1] simülasyonu için sunulan matematiksel model ve simülasyon programı, hız, hızlanma, koşucuların enerjisi, kondisyon seviyesi, performans ve çevresel değişkenleri birbirine bağlayan bir denklemler ve formüller serisi ortaya koymaktadır.  Bu programın çıktıları, her kilometre için ayrı ayrı ve parkur boyunca toplam yarış performansını içermektedir.

Bu model ve simülasyon programını kullanarak koşucu, yarış sırasında duruma göre temposunu değiştirerek optimum koşu stratejisini tahmin edebilir ve kurabilir. Koşucuların çoğunun hızının yarışın ikinci yarısından sonra hafif veya önemli ölçüde düştüğünü görebiliyoruz. Bu durumun yarış zamanı üzerinde büyük bir etkisi vardır, hatta koşucuların yarış sırasında veya sonrasında sakatlanma ve fenalaşmasına bile neden olabilmektedir. Önceden çalışılacak bir simülasyondan çıkacak sonuçları görerek ve değerlendirerek teknik ve taktik olarak nelerin iyileştirilmesi gerektiğini belirleyebilirler.

Birinci Bölümde: Koşu literatürünü, koşmanın faydalarını, koşu türlerini, temel koşu terimlerinin tanımlarını özetledim.

İkinci Bölüm: Bu bölümde ele alınan konular pace, sürat-kadans ve yarış süresinde rol oynayan faktörlerdir. Bunlar kişisel ve genetik faktörler, çevresel parametreler, koşu ekipmanları, metabolik eşdeğeri (MET değeri), kalori hesapları, diyet ve kaloriler, matematik ve koşu günlüğü olarak düzenlenmiştir.

Kişisel ve genetik faktörler temel olarak yaş, kilo-boy-VKİ (BMI), cinsiyet (kadın-erkek), adım-kadans ve yorulma; çevresel parametreler rakım, yokuş çıkma/inme, hava durumu, sıcaklık, yağmur ve arazi durumu başlıkları altında incelenmiştir.

Ayrıca yarış performansı artırma ve yaralanmaları önleme konularında son zamanlarda artan etkisi ile koşu ekipmanları da bu kitapta kendilerine yer bulmuşlardır. Rekabetçi koşularda performans artırdığı iddia edilen ve son yıllarda geliştirilen karbon fiber plaka içeren koşu ayakkabıları da giderek daha fazla kullanılmaya başlanmış ve IAFF tarafından da onaylanmıştır.

Bu bölümdeki diğer konular, diyet ve kalori hesaplamalarının dayandırıldığı temel matematik formülleri, belirli bir kilo vermek için ne kadar kalori yakmanız gerektiği gibi koşu ile gündeme gelen alt başlıklardır.

Üçüncü Bölüm: Tarafımdan geliştirilen “Soft Race Simülasyon” yöntem, yazılım ve uygulamalarını tartışacağız. Koşulacak yarış parkur bir kilometrelik hücrelere (milestones) bölünmüştür. Bu şekilde yarış mesafesi (km olarak) kadar hücre simülasyonda kullanılmak üzere oluşturulur.  İkinci bölümde incelenen parametrelerin her hücre-her kilometredeki “pace” üzerindeki etkileri kullanılarak, koşulması öngörülen teorik değer hesaplanmaktadır. Daha sonra sıcaklık, tırmanma ve inişler, parkur yüzeyi ve durumu gibi olumsuz etkiler bu hücrelerde ortaya çıkacak rakamlara eklenerek veya inişler, arkadan gelen rüzgâr vb., olumlu etkiler çıkarılarak o hücre yani kilometreyi ne kadar sürede koşacağımız yeniden hesaplanmaktadır. Bu, her hücre (mil veya km) için tekrarlanır ve bir zincir gibi halkaların eklenmesi ile her kilometre, her etap ve tüm parkuru tamamlamanın ne kadar süreceğini tahmin edilebilecektir. Aynı tabloda paralel olarak oluşturulan satırlarda karşılık gelen hücrelere gerçek koşu verileri girilerek kilometre ve toplam yarış boyunca karşılaştırma yapılarak müteakip yarışlar için dersler çıkarılabilecektir.

Ayrıca, bu bölümde, daha önce koşmuş olduğum beş farklı yol yarışı ve dört ultramaraton için çalıştırdığım simülasyon ve gerçek koşu değerlerine ait veriler tablolar halinde sunularak bunlar üzerinden analiz ve değerlendirmeler yer almaktadır.

Ülkemizde koşulara fazla ilgi olmaması ve koşan sayısının çok az olması nedeniyle koşu terimleri genellikle İngilizce olarak kullanılır. Örneğin en önemli ve bilinen uluslararası olay olan İstanbul Maratonu’na katılan yarışçı sayısı üç bin kişi civarındadır. Bunların yarısına yakını da ülkemizde bulunan “expat” denen yabancılar, turistler ya da özellikle iki kıtada koşulan tek yarış olarak lanse edilen bu olaya katılmak için gelen koşuculardır. Bu nedenle koşu terimlerinin bir çoğunun genel kabul görmüş Türkçe karşılıkları yok gibidir, varsa da aynı anlamı taşımamaktadır. Örneğin “pace, cadence, stride, trail, ultra, vb terimler” bunlardan bazılarıdır. Bu nedenle bu kitapta ilgili kaynaklarda resmi olmayan şekilde kullanılan Türkçe karşılıklar yanında İngilizce kelimeler de verilmiştir.

Günlük koşu ve yarışlarda en çok bilinen ve kullanılan kavram ya da koşu birimi “1 kilometreyi ya da 1 mili koşu süresidir.” Bu kavram uluslararası literatürde “pace” olarak kullanılmaktadır. “Pace” kelimesinin Türkçe karşılığı olarak çeşitli kaynaklarda tempo, hız gibi kelimeler kullanılmaktadır. Ancak bu kelimeler “pace” yerini tutmaktan uzaktır. Şöyle ki “PACE” düşmesi demek matematiksel olarak daha süratli koşmak demektir. Eğer “pace” yerine tempo ya da sürat kullanılırsa düşen “pace” yerine tempo ya da sürat düşmesi yazmam gerekirdi ki bu da yanlış olurdur. Bu kelimeyi Türkçe okunuşu ile “Peys” olarak yazmak bir seçenek olsa da bu yetkiyi kendimde görmediğimden, simülasyonun çekirdeği ve tüm formüllerin üzerine kurulu olduğu “pace” kelimesini orijinal haliyle kullandım. Bu kitap bir gramer ya da dilbilgisi kitabı olmadığında okuyucunun kelime seçimleri üzerinde değil de olayın matematiksel, fiziksel, psikolojik ve sosyolojik yönlerine odaklanması önerilir.


[1] İngilizce pace kelimesinin Türkçe farklı anlamları vardır, 1 kilometrenin kaç dakikada koşulduğunu gösterir.

Üniversite Tercih, YKS 2021-22

2021-2022 yılı için Covid-19 gölgesinde geçen bir buçuk yıl sonrasında yapılan sınav sonuçları 28 Temmuz 2021 günü açıklandı. Yaklaşık iki buçuk milyon genç yaz sıcağında maskelerle sınava girdi. Sonuçları pek çok yönden analiz edilebilir: Başarı oranı, SAY, EA, SÖZ, Dil gibi kategorilerde sıfır çekenler barajı aşanlar, seçme hakkı kazananlar…

Klâsik olarak bu sınav sonucu ve bu alınan sonuçlara bağlı yapılacak tercihler  büyük çoğunluğu 18 yaşında olan gençlerin muhtemel ortalama  90-100 yıl olacak ortalama ömürleri düşünüldüğünde kalan yaşamları için 80 yıllık bir dönemi etkileyecek en önemli kavşak olacaktır. Bu nedenle bu kadar emek ve stres sonrası son adım olarak yapılacak tercihler tüm bunların değerini artırabilecek ya da azaltabilecektir.

2000 yılından beri özel bir ilgi alanı olarak tüm bölümlere en son giren adayın başarı sıralamaları (BS), kontenjanlar, yerleşenler gibi verileri tutmaktayım. Bu verilerden yıllar içinde hangi bölüm ve mesleklerin tercih edildiği, trend, geleceğe yönelik öngörüler, hatta ülkenin ekonomik durumu bile gözlenebiliyor. Şöyle ki kriz yıllarını izleyen  dönemlerde vakıf üniversitesi denilen ücretli okullara taleplerde belirgin bir düşme görülüyor.

Hangi üniversite, hangi bölüm? Önceki yıllar verisine bakarak puan, başarı sırası ile girebileceğim en üst sıradaki bölümleri mi sıralamalıyım tercih listemde? Yoksa, gelecekte yıldız olacak mesleklere yönelik bir seçme mi yapmam gerekir? Ya da mezun olur olmaz iş bulabileceğim bir meslek, evime yakın yaşadığım şehirde mi kalsam, yuvadan uçarak kendime olan güveni artıracak bir girişimde mi bulunsam, yurtdışında lisansüstü yapabileceğim bir dal mı seçsem? Ailem, annem-babamın istediği bir bölüme girmem de düşünülebilir. Vakıf mı, devlet mi? Onlarca, yüzlerce soru, hayata daha yeni başlayacak deneyimsiz gençler için.

Sadede gelirsek, bence en önemli kriterin sevebileceğimiz yani yatkın olduğumuz, olmak istediğimiz bir alana girmek başta olması mantıklı olacaktır. Bu konuda çevreden, aileden, arkadaşlardan pek çok itiraz ve olumsuz tepki gelecektir emin olun. Ancak pek çoklarının da hemen söyleyeceği gibi sevebileceğimiz bir işi yapmak iş olmaktan öte zevk olacağından üstüne üstlük bu sevgi bizim yeteneklerimize de uygun olacağından hayatta mutlu olma ve başarı şansını artıracaktır.

Öncelikle hangi bölüm? Yıllar içinde gelişen tercih trendine baktığımızda 2020 yılında en yüksek Sayısal Başarı Sırası (SAY-BS) olan adayların ilk 10 tercihleri arasında 6 tıp, 3 bilgisayar ve 1 elektronik mühendisliği var. Bu durum 2015 yılında 3 tıp, 3 elektronik, 2 bilgisayar ve 2 endüstri mühendisliği şeklinde imiş. 2012 lere gidildiğinde makine mühendisliği yer alıyor ilk 10’da. Daha da eskilere gidildiğinde Kimya Mühendisliği en çok istenen bölüm olmuş. Aynı durum EA tercihlerinde de geçerli Şimdilerde en yüksek puan alanlar hukuk fakültelerini tercih etmekte; 5 hukuk, 2 işletme, 1 ekonomi, 1 iktisat, 1 yönetim bilimleri. Halbuki 2012 yılında bu durum 2 hukuk, 2 psikoloji, 2 işletme, 2 uluslararası ilişkiler, 1 ekonomi, 1 iktisat olarak olarak gerçekleşmiş.

Gelecek Yapay Zeka (AI) temelli uygulamalar, IoT, Robotik, Big Data, Veri Bilimi ve Analitik, Genetik vb yeni alanlar üzerine kurulacağı göz önüne alınarak seçim yapılmalıdır. Dünya Ekonomik Forumu – İşlerin Geleceği 2020 Raporuna göre 2025 yılında aranan ve pozisyon alınması gereken meslekler:

  1. Veri Analisti ve Veri Bilimci
  2. Büyük Veri Mühendisi
  3. Veri Güvenliği Uzmanı
  4. Yapay Zeka Uzmanı
  5. Yazılım ve Uygulama Geliştirme Uzmanı
  6. IoT (Nesnelerin İnterneti) Uzmanı
  7. Alternatif Enerji Uzmanı
  8. 3D Üretim Mühendisi
  9. Dijital Pazarlama ve Strateji Uzmanı
  10. Risk Yönetimi Uzmanı,

Bunlara eklenebilecek yeni bir konu da Covid-19 sürecinde ortaya çıkan “uzaktan eğitim ve işyapma uzmanı” olacaktır. Bu listeden çıkarılacak ana fikir herkesin yazılımcı, bilgisayar mühendisi olması gerekliliği değil. Aslında bu yönlendirme ülkelerin teknolojik seviyelerine göre farklı anlamlar taşıyor. Şöyle ki ABD, Çin, Kore, Japonya gibi yeni teknoloji ortaya koyan ülkelerde daha çok AR-GE mühendis, tasarımcı ihtiyacı ortaya çıkarken henüz gelişmekte olan ülkeler için daha çok kullanıcı seviyede veri analizci, yazılımcı gibi uygulama mühendis ve kullanıcılar aranacaktır.

Buna paralel olarak, bence, bizde puanı çok yüksek olan iyi üniversitelerin bilgisayar bölümlerine giremeyecek olanların matematik, istatistik gibi veri analiz yöntemlerine götürecek bölümlerde lisans eğitimi yaptıktan sonra ya da yaparken yazılım alanında uzmanlaşarak çok daha etkin meslek sahibi olabilirler. Bu konuda Dünya Ekonomik Forumu – İşlerin Geleceği 2020 Raporu orjinali olmazsa Türkçesi tercih öncesi okunmalıdır, diyorum.

Gelişen teknoloji değişen yaşam şekli, pandemiler sonrası İngiltere’de yeni bir konu tartışılıyor: “Mickey Mouse Degree-Miki Fare Diploması”. Wikipedi tanımı şöyle: “Mickey Mouse degrees is a term for university degree courses regarded as worthless or irrelevant- Değersiz, anlamsız alakasız üniversite diploma ve kursları.” Kısaca mezuniyet sonrası iş bulma, bilimsel araştırma yapma, bir işe yarama konularında pek katkısı olmayacak boşa harcanan zaman ve para gerektiren bölümler, kurslar. Bunların neler olduğu, olacağı ülkelere, zamana ve uygulamaya göre değişebilir. Detaylar internette…

“Türkiye’de çalışanların sadece yüzde 7’si işini seviyor”, “Türkiye’de çalışanların yüzde 63’ü, işyerine bağlı olmadığını söylüyor” şeklinde haberler sıkça karşımıza çıkmaktadır. Bu durum diğer ülkeler için de farklı oranlarda olmak üzere geçerli. Onsekiz yaşında hala bir fikri olmayanlar ya da etraftan, anne-babadan, öğretmeninden “sen şu olmalısın” önerisi almayanlar için internet üzerinde yetenekleri ve ilgi alanlarını ortaya çıkaran testler var. Daha profesyonel bir yaklaşım tercih edilirse bu işi yapan firmalar var.

Hangi üniversite? Bu da hedefe ve olanaklara bağlı. Hedef yurtdışı ise uluslararası listelerde üstte yer alan okullar tercih edilmeli. Tabi yaşanılan şehir, ekonomik olanaklar, istenen bölüm yer alma durumu ve diğer birçok etken var bu seçimde. Eğer üst sıralarda iseniz bölüm seçimi yanında üniversite de çok önemli. Çok istenen bir bölümü daha az bilinen bir okulda okumak yerine daha iyi bir okulun ikinci derece bir tercih edilen bir bölümünde bitirmek çok daha fayda sağlayabilir.

Tercih sıralamasında, bence BS olarak en sonlarda girilebilecek bir bölüm yerine, daha ortalarda yer alabileceğiniz hatta başlarda olabilecek bir bölüm üniversite döneminde daha rahat etmenize, daha iyi notlarla mezun olmanıza vesile olabilecektir. Çok tercih edilen bir alanda “vasat” bir derece yerine daha az bilinen, tercih edilen bir alanda “en iyi” olmak daha iyi olacaktır.

Vakıf mı Devlet üniversite mi? Çok iyi devlet üniversiteleri yanında çok iyi vakıf üniversiteleri de var, ülkemizde her ne kadar uluslararası ilk 500 ya da ilk bine giren üniversite sayımız az olmasına karşın. Burada “çok iyi” sıfatı nereye gideceğine uluslararası derecelendirme kuruluşları yayınlarına, sıralamalarına bakılarak kolayca görülebilecektir. Tabi tam burslular haricinde bu konuda diğer bir önemli etken de ailenin mali-ekonomik durumu. ABD’de üniversite ile ilgili mâli konular genelde öğrencinin kendi adına aldığı ve daha sonra ödeyeceği kredi ile çözümlenirken bizde ailenin desteği önemli.

Hem akademisyen hem de özel sektörde uzun yıllar görev yapan öğretim üyelerinden gelen geri beslemeye göre: “Bir üniversitenin özellikle belirli bir bölümün kalitesini belirleyen en önemli kriterlerden biri de önceki mezunların o alanda ne gibi pozisyonlara geldiğidir. Çok daha üst başarı sırası ile girilebilen üniversitelerden daha alt sıralarda girilebilmesine rağmen özel sektörde önemli pozisyonlara gelen mezunlar veren üniversite bölümleri vardır. Bunun nedeni disiplinle uygulanan ders kalitesi ve işe yönelik yaklaşımlardır. Bu bölümlerin öğrencileri neredeyse son sınıfta işe girmiş olmaktadırlar. Önemli pozisyonlara gelen eski mezunlar ise işe alımlarda ve terfilerde kendi bölümlerinden mezun olanlara öncelik verme eğilimindedirler.” Bazı üniversitelerin mezunlarının nerede çalışmakta olduğu bilgileri yayınlanmaktadır. Ancak bu konuda çok daha geniş kapsamlı bir analiz raporu hem akademisyenlere hem bu okuldan mezun olanlara hem de üniversite seçme aşamasında hatta çok daha önceden adaylara tercih konusunda çok değerli bilgiler sağlayabilecktir.

Yine yurt dışında, özellikle ABD’de lisansüstü eğitime kabul aşamalarında üniversitelerin ve hatta bölümlerin kümelendiği ve kabul aldığı üniversiteler vardır. Bu bölümlerde daha önce üstün başarı ile kabul alan öğrencilerin referans olması ile buralardan mezun olanların tercih edilme durumu vardır.

TÜBİTAK tarafından Üniversite hacim ve kalite göstergeleri temelinde yetkinlik analizi, gerçekleştirilmiş 2020 yılında yayınlanan bu dokümanda yayınların dünyaya görece bağıl atıf etkisi ve üniversitenin dünya çapında en fazla atıf alan ilk %10’luk dilime girmiş yayın sayısı göstergelerinden oluşan kalite boyutu, bu göstergelere ek olarak akademisyenlerin araştırma verimliliği; Ar-Ge ve yenilik projelerinin niteliği; patentler tarafından atıflanmış yayın sayısı; ve uluslararası işbirlikleri ile ülkemizin/üniversitenin uluslararasılaşmasına katkısı hususlarına yönelik göstergeler yer almaktadır. Bu linke tıklayarak PDF olarak doküman görülebilir.

Bu konuda Üniversite Araştırmaları Labaratuvarı bünyesinde Prof. Dr. Engin KARADAĞ, Prof. Dr. Cemil YÜCEL tarafından her yıl yayınlanan Devlet Üniversiteleri ve Fakülteleri Sıralaması dokümanı da incelenmelidir. Devlet Üniversitesi ve Fakülteleri Sıralamasının (DÜS) temel amacı Türkiye’deki devlet üniversiteleri ve bu üniversitelere bağlı fakülteleri akademik teşvik performanslarına göre sıralamaktadır.

Bir diğer çalışmada internet yorumlarına göz atmak olabilir. Tümü gerçekleri yansıtmasa da farklı sitelerdeki yorumlarda belirli bir konuda, üniversite-bölüm-iş olanakları-öğretim kadrosu-yaşam ve ortam, kümelenme varsa üzerinde düşünmeye değer. Bu konuda “ekşi” yorumları düşündürücü, eğlenceli ve yönlendirici olabilir.

Uzun ve meşakkatli 12 senelik eğitim süreci, 135+180, 5 saati aşan bir sınav süreci ve belki birkaç saatte yapılabilecek bir tercih çalışması yaşamımızın geri kalanını etkileyecek bir sacayağı oluşturmaktadır. Bu nedenle çok daha fazla emek ve gayret sarf edilen ilk iki konu üzerine yapılabilecek yanlış ya da daha az etkin bir tercih ile marjinal fayda azalırken doğru yapılacak bir tercih ilk iki konunun faydasını katlayacaktır. Örneğin doğru analiz edilmeden yapılabilecek bir tercihle bir yere yerleşememe riski varken hiç şansı yokken çok daha yüksek bir BS gerektiren bir bölüme girme olasılığı vardır. Önceki yılların BS sına bakarak bir yıl önce BS 200.000 olan bir bölüme 2020 yılında kontenjanı “dolmadı” ibaresi yer almaktadır. Bunu anlamı bu yıl için tercih yapma hakkı BS 1.000.000  olan bir gencin bu bölümü yazmış olması halinde kazanma şansıdır.

Üniversite, bölüm, gelecek gibi kriterlerde seçim kriterleri yanında bence en önemli nokta öğrencinin yetkinlik alanı. Bunu görebilmek aslında çok basit. Bir tabloya TYT ve AYT netler yazılır, sonra YÖK ATLAS “Programlarına Taban Puanına Göre Yerleşen Son Kişinin Netleri” sihirbazı ile taslak olarak tercih yapılacak bölümler altalta yazılır. Bu tablo ile kendi yeteneğimiz ile bu bölüme bir önceki yıl girenlerin yetenekleri, AOBP ve netleri karşılaştırılarak bir yer bulunabilir. Ancak bir önceki yılın netleri ile içinde bulunduğumuz yılın karşılaştırmasını yapabilmek için bu yılın netleri belirli bir katsayı ile çarpılabilir. Örneğin geçen yıl Matemetik Net ortalama 10 bu yıl 6 ise, geçen yıl netleri %60 az olacak şekilde bir yaklaşım doğru olabilir. Geçen yıl sınava girmiş ve bu yıl tekrar girenlerin işi daha kolay: Onlar geçen yıl kendi netleri ile YÖK sihirbazı netlerini karşılaştırabilirler.

Bu nedenlerle bu tercih dönemini en verimli bir şekilde değerlendirmek için önce kendimizi sonra üniversiteleri, bölümleri, müfredatlarını, öğretim görevlilerini, daha önceki yıllardaki tercihleri, gelecekle ilgili öngörü ve trendleri kriter olarak önümüze alıp tüm yaşamımızı etkileyecek tercih listemiz buna göre hazırlamanız gerekmektedir.

İnsanın özgürlüğü istediği her şeyi yapabilmesinde değil, istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda olmamasındadır. Jean Jacques Rousseau

Kolay gelsin…

dr Cengiz Yardibi, BSEE-MSEE, MBA, MA, PhD İşletme, E Dz Kur Yb, Ultra-Marathon Runner. Ankara 29 Temmuz 2021

yardibi.cengiz@gmail.com

Aman Puanım Boşa Gitmesin Sendromu

Yıllardır bizim sistemimizde üniversite giriş operasyonu analizi yapmaktayım, amatörce. Bu dönemde her yıl üniversite yerleştirme başarı sıralamaları dataBase tutuyorum, kendi bilgisayarımda. Bu nedenle de etraftan eş-dost gelen öneri tekliflerini yanıtlarken bu işin psikolojik-sosyolojik-istatistiksel-tarihsel ayrıntılarına da girmek durumunda kalıyorum. Hatta öncesi aynı konuda LGS tercihleri de benzer izler taşımakta.

Nedir bu “puanım boşa gitmesin sendromu-PBGS? Sınavda alınan puan ile en yüksek puanlı bir lise ya da üniversite bölümüne girebilmek. Tabi üniversite için bölüm tercihi de devreye giriyor ancak burada da yine bayaslanmış bölümler, yıllara göre “moda” ya da “işe girme” kriterlerine göre ön planda. Son yirmi yıl tercih verilerine göre tıp fakülteleri en başa geçmiş, ardından klasik bilgisayar ve elektronik geliyor. Önceleri Elektronik-Bilgisayar-Endüstri şeklindeki trend değişmiş durumda. Eşit Ağırlık kategorisinde “Hukuk ve Psikoloji” almış başını gidiyor. Eskiden bir uluslararası ilişkiler, öğretmenlik modası olduğu gibi.

Bu şekilde örneğin bir puan türünde 30.000.nci olarak yer alan bir öğrenci bu trend kapsamında bir önceki yılın verilerine bakarak girebileceği en son kişi olabileceği bölümü yazıyor. Yine genel bir örnek Bilkent 2020-2021 eğitim yılı için İktisat tam burslu en son giren başarı sıralaması 800 iken aynı bölümde aynı sırada aynı dersleri alacak ücretli en son girenin başarı sırası 236.751, hukuk burslu 251, tam ücretli 33.373 olmuş. Bence burada sorun da başlıyor, aradaki büyük başarı farkı ve not sistemi,  yani gaussian ya da normal curve dediğimiz can egrisi sistemi. Bir sinavda ağırlıklı olarak alınan not belirlenir, bu nota gore dersi geçecek not hesaplanir. Bu durumda, genelde, başarı sıralaması yukarda olanlar ortalamayı yukarı çekince sorun olabiliyor. Bu noktayı hiç kimse tam burslu, %50 ya da tam ücretli bir öğrenci zeka seviyesi ya da daha sonraki yaşam başarısı konusunda bir önyargı , hüküm olarak algılamaması lazım. Sadece stim üzerinde belirli br sürate erişen tren sürati gibi, en azından ilk yıllarda başarı 800 ile 200 bin+ arasında bir fark olabileceği gözardı edilemez. Tabi ki ücretli başlayıp sonradan bursluya geçen ya da tersi olaylarda mevcut.

Başarı konusundan istek ve yetenek konusuna geçersek Türkiye’de üniversitesinden memnun olmayanların oranının % çok yüksek olarak raporlanması, sanırım başka yoruma yer bırakmayacaktır.

ÖSYM 2004 Tercih Mağduru Olmamak için

Çocuklarımın üniversite tercihleri konusunda başkalarına bırakmamak için araştırmaya başladığım 1997 yılından itibaren konuyu takip ediyorum. Kendi çocuklarımın tercihinde yönlendirici oldum, iyi mi oldu yoksa daha da iyi olabilir miydi, kimse bilemez. Çünkü koşullar, değer yargıları, dünya dinamikleri, ekonomik durum hepsi çok değişti son 25 yıldır.

Aşağıda o dönemde, yıl 2004, yazmış olduğım bir analiz mevcut. Bu yıllarda hâlâ yüzdelik dilim ve puna konuşulurdu, başarı sıralaması gözden kaçırılmış bir konu idi. Halbuki en basit bir mantık ve ÖSYM algoritması gereği başarı sıralamasının tercih isabetinde en önemli değil TEK kriter olacağı açıktı. Neyse…

ÖSYM tercih kılavuzlarında her bölüm için bir önceki yılın en küçük puan ve yüzdelik dilimleri verilmektedir.

Öğrenciler 2004 yılındaki puan ve sıralamaları ile bir önceki yılın verilerini karşılaştırmaktadır. Bu da tam anlamı ile “ elma ile armut karşılaştırması “ kapsamına girmektedir.

Neden?

Kılavuzda verilen yüzdelik dilim nereden hesaplanmakta:

Yüzdelik dilimler  = öğrencinin başarı sırası / OSYS ilgili yılın  hesaplanan aday sayıları

Burada paydadaki hesaplanan aday sayıları,  puan türü ve AOBP türü bazında yıllara göre büyük değişiklik göstermektedir.

Örnek:
Sözel puan türünde yıllara göre yüzdelik dilimlerin hesaplamasında kullanılan  aday sayıları :

PUAN TÜRÜYıllar0,8 AOBP’Lİ Aday sayıları
Y-ÖSS-SÖZ2004710.051
Y-ÖSS-SÖZ2003630.193
Y-ÖSS-SÖZ2002387.795

Aynı tablo 0,3 AOBP ve EK Puanlama içinde benzer şekilde belirlenir.

Buna göre 2002 yılında başarı sırası 10,000 olan bir öğrenci için yüzdelik dilimleri

PUAN TÜRÜYıllarYüzdelik dilim
Y-ÖSS-SÖZ20040,0141
Y-ÖSS-SÖZ20030,0159
Y-ÖSS-SÖZ20020,0258

Bu tabloda yüzdelik dilimlerdeki farklılığa dikkatinizi çekerim. Özellikle 2003’te, 2002 yılı referans alınarak yapılan tercihlerdeki yanlış yönlendirmeler önemli farklılık göstermektedir. 2004 tercihlerinde de 2003 yılı bilgilerinin kullanılmasındaki hata payı puan türü ve AOBP türüne göre değişiklik gösterecektir.

Halbuki bölümlere en düşük puanla giren öğrenci başarı sırası genelde aynı kalmaktadır.

Buna göre bir önceki yılın yüzdelik dilimine göre tercih yapıldığında(hesaplamada kullanılan aday sayıları arttığından  her yıl başarı sırası azalmaktadır) tercihini geniş tutmayan adaylar açıkta kalmaktadır.

Bu nedenle, yüzdelik dilimler yerine daha az değişken olan ve hesaplamada kullanılan aday sayısından bağımsız “başarı sırası” kullanılırsa çok daha isabetli tercihler yapılabilecektir.

Ayrıca aynı bazda olmak üzere önceki yıllara göre başarı sırası gözlenerek trend hesaplanarak mevcut yılda başarı sırasına göre hangi bölüme girilebileceği çok daha hassas olarak bulunabilir.

Örnek:

ODTÜ bölümlerine ait basit bir inceleme aşağıdaki tablodadır,

Yıllar20002001200220032003->2004 yılı kontenjanları
Bilgisayar Mühendisliği907814711951110->100
Elektrik ve Elektronik Müh,1.0951.109960943200->190
Endüstri Mühendisliği7641.0901.2881.418110->100
Makina Mühendisliği2.8552.8542.8842.913200->180
Moleküler Biyoloji ve Genetik2.0752.6883.0522.78530->30

Bu gelişim ile birlikte aynı bölümlere ait 2004 kontenjanları da incelenerek  hangi başarı sırası ile bu bölümlere girilebileceği büyük bir doğruluk ve güven derecesi ile bulunabilir.

Örneğin 2004 yılı için ODTÜ elektronik en az puanla girebilecek öğrenci başarı sırası 900’den küçük olacaktır.

Her öğrenci aldığı puana göre hedef bölümleri belirleyerek bu bölümlere ait yukarıda belirtilen basit bir analiz  ve başarı sırasına göre tercih yaparsa 1 kişi bazında doğruluğa kadar erişilebilir ve  bu kadar emek sarfedilen bir olayda, öğrenci, çok basit bir işlem eksikliği nedeniyle madur duruma düşmez.

Eskişehir, 11 Haziran 20121

Egzersiz yapmayı bıraktığınızda vücudunuzun formdan düşmesi ne kadar sürer?

Dan Gordon ve Justin Roberts, Anglia Ruskin Üniversitesi Güncellendi 1803 GMT (0203 HKT) 31 Mayıs 2021,  

Çeviri: Cengiz Yardibi, 01 Haz 2021

Forma girmek kolay değil. Ancak daha zoru  tüm bu sıkı çalışmalardan sonra, onu ne kadar süre koruyabilieceğimiz. Kendimizi geliştirmeye  büyük çabalar harcasak  bile,  programımızı biraz boşladığımızda, forma girmemizden çok daha hızlı bir şekilde  formdan düşebileceğimiz ortaya çıkmış, yapılan araştırmalarda.  
Watch Fit to Fat to Fit Season 1 | Prime Video

Öncelikle “fitness” ne demek? Anlamı (eş anlamlısı): Sözlüklerde “Sağlıklı yaşam. (Sağlık kurallarına dikkat ederek sürdürülen hayat.)”. İngilizce kökenli, etimolojik olarak fit (v.) c. 1400, “to marshal or deploy (troops);” early 15c. as “be fitting or proper, be suitable,” from fit (adj.) and perhaps in part from Scandinavian (compare Old Norse fitja “knit”). From 1580s as “be the right shape.”
Özellikle fazla ilgi göremeyen spor ve egzersiz gibi konularda yeni terimler oluşturmak haddimize düşmediğinden, yaygın kabul gören kelimeleri orijinal hali ile kullanmak daha uygun geliyor.  

Nasıl “fit olmayan” bir hâle geldiğimizi anlamak için önce nasıl fit olduğumuzu anlamamız gerekir. Daha fit olmanın anahtarı – ister kardiyovasküler fitness  veya kas gücünü geliştirmek – “alışılmış yükü” aşmaktır. Bu, vücudumuzun alışık olduğundan daha fazlasını yapmak, vücudu  zorlamak  anlamına gelir. Bunun vücudumuzda yarattığı stres, buna uyum sağlamamızı ve daha tolerans sağlayarak daha yüksek fitnes seviyelerine yol açar.   Formda kalmak için gereken süre, erişilen fitness seviyesi, yaş, ne kadar sıkı çalıştığınız ve hatta çevre gibi bir dizi faktöre bağlıdır. Ancak bazı araştırmalar, sadece altı seanslık interval antrenmanın bile maksimum oksijen alımında (V02 max) – fitness seviyesi  göstergesi- artışa yol açabileceğini ve egzersiz sırasında hücrelerimizde depolanan glikojen kullanım etkinliğini geliştirmekte olduğunu ortaya koymakta. Güç antrenmanları için, kas gücündeki bazı kazanımlar iki hafta kadar kısa bir sürede ortaya çıkabilir, ancak kas boyutundaki değişiklikler yaklaşık 8 ila 12 hafta geçene kadar farkedilmiyor
Kardiyovasküler fitnes Antrenmanları bıraktığımızda, fitliğimizi ne kadar çabuk kaybettiğimiz – bahsettiğimiz fitnes türü de dahil olarak (güç veya kardiyovasküler zindelik gibi)  birçok faktöre bağlıdır   Örnek olarak, formunun zirvesinde ve iki saat 30 dakikada bir maraton koşabilen bir maraton koşucusuna bakalım. Bu kişi haftada beş ila altı gün antrenman yaparak en az 90 kilometre belki de çok daha fazla koşar. Ayrıca son 15 yılını bu form seviyesini geliştirmek için harcamıştır. Şimdi diyelim ki koşuyu koşmayı ya da anterenmanlarını tamamen bıraktı. Vücut artık kendini fit kalmaya zorlayan antrenman streslerine sahip olmadığı için, koşucu birkaç hafta içinde bu formunu kaybetmeye başlayacaktır.  

Bir kişinin V02 max (bir kişinin egzersiz sırasında kullanabileceği oksijen miktarı) seviyesi olarak gösterilen kardiyorespiratuar kondisyonu, bu kişi antrenmanı bıraktıktan sonraki ilk dört hafta içinde yaklaşık %10 azalacaktır. Bu düşüş hızı, daha uzun dönemlerde daha yavaş bir hızda devam ediyor.   Şaşırtıcı bir şekilde, yüksek form seviyesine sahip sporcularda – maraton koşucumuz gibi – ilk dört haftada maksimum V02’de keskin bir düşüş görülse de, bu düşüş sonunda dengelenir ve aslında ortalama bir insanınkinden daha yüksek bir V02’yi korurlar. Ancak ortalama bir kişi için V02 max, sekiz haftadan daha kısa bir sürede egzersiz öncesi seviyelere keskin bir şekilde düşer.   V02 max’ın düşmesinin nedeni, kan ve plazma hacimlerindeki – bir kişinin antrenmanı bıraktıktan sonraki ilk dört hafta içinde % 12’ye kadar düşen – azalmalarından kaynaklanmaktadır.

Kalp ve kaslarımıza uygulanan stresin olmaması nedeniyle plazma ve kan hacmi azalır.   Plazma hacmi, antrenmanı bıraktıktan sonraki ilk 48 saat içinde yaklaşık %5 oranında düşebilir. Azalmış kan ve plazma hacminin etkisi, her kalp atışında vücuda daha az kan pompalanmasına yol açar. Ancak bu seviyeler sadece başladığımız yere düşüyor – yani daha da kötüye gitmeyeceğiz.   Elbette çoğumuz maraton koşucusu değiliz ama bu etkilere karşı bağışıklığımız da yok. Egzersiz yapmayı bırakır bırakmaz, vücut bu önemli kardiyovasküler adaptasyonları elit sporcularla çok benzer bir oranda kaybetmeye başlayacaktır.
Güç antrenmanı Güç söz konusu olduğunda, kanıtlar gösteriyor ki, ortalama bir insanda, antrenmansız 12 haftalık bir süre  kaldırabileceğimiz ağırlık miktarında önemli bir azalmaya neden oluyor. Neyse ki araştırmalar, antrenmanı bırakmadan önce kazandığınız gücün bir kısmını koruduğunuzu gösteriyor. İlginç olan, güçteki önemli azalmaya rağmen, kas liflerinin boyutunda sadece minimal bir azalma olmasıdır.   Kas gücümüzü kaybetmemizin nedeni, büyük ölçüde, artık kaslarımızı strese sokmamamızdır. Bu nedenle, artık kaslarımızı fazla çalıştırmadığımızda, kaslar “tembelleşir”, bu da kas liflerimizin sayısının azalmasına ve bir aktivite sırasında daha az kasın devreye girmesine neden olur – bu da bizi eskiden ağır yükleri kaldırabilmemizi zorlaştırır .  

Egzersiz sırasında kullanılan kas liflerinin sayısı, kas kuvvetinde bir düşüş eşlik etmese de, sadece iki hafta egzersiz yapılmadığında yaklaşık %13 oranında azalır. Bu, daha uzun “antrenmansız, de-training” periyotları boyunca gözlemlenen kayıpların, hem kullandığımız kas liflerinin sayısındaki bu ilk düşüşün hem de kas kütlesindeki daha yavaş düşüşün bir kombinasyonu olduğu anlamına gelir.   Ağırlık kaldıran ortalama bir spor salonu müdavimi için, kaslarının boyutunda bir düşüş yaşarlar – daha az kas lifine sahip oldukları için zamanla ağır yükleri kaldırmayı zor bulurlar.   Bu nedenle, tüm bu formda kalma çabasından sonra bile, çalışmalara verilen ara ya da durmadan  sonraki 48 saat içinde kardiyovasküler zindeliği ve gücü kaybetmeye başlıyoruz. Ancak bu etkileri kardiyovasküler fitnes  için en az iki ila üç hafta ve “strength-güç fitness” için yaklaşık 6-10 haftadan önce  hissetmeye başlamıyoruz. “Antrenmansız kalma” etki oranları, erkekler ve kadınlar ve hatta daha yaşlı sporcular için birbirine yakındır. Ancak ne kadar fit iseniz, bu kazanımlarınızı da  o kadar yavaş kaybedersiniz,
“Ne kadar ekmek o kadar köfte”
“Ne ekersen onu biçersin” “
“if you pay peanuts you get monkeys”.
keep running

Big Dog’s Backyard Ultra

Algıda seçicilik kişinin ilgisi, düşleri, mesleği gibi konularda belli nesneleri diğerlerine oranla daha hızlı fark etmesine verilen isim olarak tanımlanıyor, psikolojide. Ben de 7-8 yıldır yakın ilgim nedeniyle koşu konusunda epey bir okuma, yazma sürecindeyim. Ve hâlâ da yeni konular çıkıyor karşıma, sadece basit bir koşma ile ilgili olarak.

The backyard ultra  katılımcıların 6706 metre (4.167 miles) mesafelik bir döngüde (loop) son kişi kalana kadar koşarak dönüp durmaları şeklinde bir ultramaraton olarak tanımlanıyor ve uygulanıyor. Kurallar basit, ama uygulamak o kadar basit değil: 1. Her loop 1 saatten az bir sürede tamamlanacak, 2. Bir saatten kalan sürede loop başında dinlenme ve tazelenme 3. Son kişi kalana değin turlara devam. Yani her yarışta sadece bir bitiren ve kazanan var.

There is No finish. There is only one finisher. The last one standing.

Örebro backyard ultra 2019 | Stefan Sager | Flickr

İlginç! Bugüne kadar duyduğum, izlediğim, koştuğum tüm koşulardan farklı. 256 km’lik ultralar zor derken bir de bu çıktı. Onlar gibi belirli bir mesafe yok, sonu yok. Bu konuda rekorlar 500 kilometrelerle ifade ediliyor. The “backyard ultra” format Gary Cantrell, diğer adıyla Lazarus Lake daha da kısası “Laz” tarafından ilk defa ortaya konulmuş ve organize edilmiş. Adamın resmini görseniz koşu ile filan pek alakalı görünmüyor.

Bu çılgın olay o kadar yayılmışki, 2020 itibarı ile 43 ülkede 200’den fazla resmi Backyard Ultra koşuluyormuş.

Guillaume Calmettes, a French software mühendis 59 saat, 59 tur 245 mil-400 kilometreye yakın koşmuş. Bu yarışı kazanan ilk kadın yarışçı Amerikalı Maggie Guterl 2019 yılında bunu 60 saat, 60 tur ve 250 mil-tam 400 km. Tam 60 saat 400 kilometre koşmak!!!!!!

Neler oluyor dünyada…

Kapadokya-17 Simülasyon

Cappadocia (Türkçe: Kapadokya) Türkiye’de büyük ölçüde Nevşehir, Kayseri, Kırşehir, Aksaray, Malatya, Sivas ve Niğde illerinde olmak üzere Orta Anadolu’da tarihi bir bölgedir. Bölge, doğa ve tarihin iç içe girdiği bir yerdir. Coğrafi olaylar peribacalarını oluştururken, tarihsel süreçte insanlar bu peribacalarının içine evler ve kiliseler yaptırarak bunları fresklerle süsleyerek binlerce yıllık medeniyetlerin izlerini bıraktılar.

Sabah 06:30’da Kapadokya Ürgüp’te Kapadokya Ultramaratonu başlangıç noktası olan kemerinin altındaydık. Birileri sabahın soğuğunu kırmak için yakınlarda ateş yaktı ve yarış başlayana kadar biraz ısınmaya çalıştık. Yarışa fazla giysi getirmeyip üşümemizin nedeni ilerleyen saatlerde oluşacak sıcaklıkta bu giysileri uzun süre taşımak zorunda kalacak olmamızdı.  

Yarış başlama saati 07:00 idi. İki grup aynı anda koşmaya başladı: 63K ve 110K. Ben 63K koşuyorum. Hava 5-60C soğuk ve henüz karanlık. Ancak öğleden sonra sıcaklığın 200C’nin üzerine çıkması nedeniyle hafif bir T-Shirt giyiyorum. Bu, bugüne kadarki en uzun koşumdu ama en zoru değildi. En zoru yaklaşık aynı mesafe ama çok daha yüksek rakım ve çok daha engebeli olan Skytrail Erciyes beni bekliyordu.

Başlangıç noktası olan Ürgüp karasal bir iklime sahiptir. Ekim ayında hava ılık ve nemli değildir, bu da onu koşmaya uygun hale getirir. Hava başlangıçta, neredeyse güneş doğarken koşmak için çok uygundu, hatta biraz da soğuktu, erken saatler olduğu için. Fakat ilerleyen saatler, yorgunluk, uzun süre direk güneş ışığına maruz kalma olumsuz olarak etkilemeye başladı.
Kapadokya Ultra,  Hava Durumu

Yarıştan önce yarış simülasyonu üzerinde biraz çalışmıştım. Girdi verilerini eklediğimde simülasyon sonucu çıkan yarış süresi yaklaşık 8:17 saatti. Ancak ben yarışı 9:13’te tamamlayabildim. CP’lerdeki molalar beklediğimden çok daha uzun sürdü. Bu sıcak hava yüzünden oldu. Çok fazla su içmek, duraklarda tuz tableti ve çok tuzlu yiyecek almış olsam bile aşırı hidrasyona neden oldu. Toplam kayıp süre yaklaşık 53 dakika, neredeyse bir saatti. Ara vermeden simülasyon yarış zamanına çok yakın olan 8:20 içinde bitirebilirdim. Ancak bu yaşta durmadan 8 saat koşmak biraz zor olsa gerek.

İlk bölümü teorik toplam süre ile benzer süre içinde başlangıçtan CP1’e kadar koştum. İkinci bölümü daha hızlı koştum. Yani benim gerçek yarış sürem başlangıçtan CP2’ye 26’ncı km’de hesaplanandan daha azdı. Daha hızlı koşmak yine bir hataydı ve koşarken teorik olarak hesaplanan toplam sürelerden geri düşmeye başladım.

En son CP için tırmanmaya geçtiğimde kendimi çok yorgun olarak hissettim ve CP5’e tükenmiş bir şekilde ulaştım. En Uzun koştuğum mesafe (PL-Personel Longest)  50K,  İznik ultra ve  sadece bir kez koşulmuştu. Biraz dinlendikten ve canlandıktan sonra, kramplara hazır bacaklarım ve ağrıyan ayaklarımla kendimi son 10K’yı koşmaya zorladım. Birkaç kilometre sonra nihayet bitiş çizgisinin olduğu Ürgüp’ün siluetini gördüm. Midem su ve kola karışımıyla doluydu ve garip sesler çıkarıyordu. Enerjimin kalan son parçasını kullanarak ufak bir deparla bile bitiş çizgisine ulaşmayı başardım.

Şekil 33: Ha Gayret, Son 500 Metre

CP’lerde kaybedilen zamanın yanı sıra CP1 ve CP2 arasındaki gereksiz hızlanmam, planladığımdan biraz daha geç koşmamı sağladı, Tablo 39. Benim için 21 km olan standart bir yorgunluk mesafesi eklemiştim. Burada sevindirici olan simülasyon sabitlerinin,  katsayılarının ve formüllerinin işe yarıyor olması idi.

Koşan Yöneticiler

Spor ile management-yöneticilik arasında bir bağlantı vardır.
Fransız Atletizm Federasyonu’nun (FFA) yaptığı bir ankete göre, 2018 yılı için, 8,5 milyon Fransız koşuyor. Karşılaştırmak gerekirse, 2000 yılında sadece 6 milyon kişi varmış koşan daha gerilere gidersek, 1980’lerde sadece bir avuç koşucu-yönetici koşarken görülürmüş1 .

2021 yılında bu sayının çok daha fazla olması beklenebilir. Ancak 2020 ‘de ortaya çıkan Covid-19 pandemi nedeniyle koşan sayısındaki bu artış trendi ne ölçüde etkilendi? Henüz bu sorun tüm şiddeti ile devam etmekte olduğundan belki ancak 2022 ve sonrası araştırmalarda ortaya çıkacaktır. Bu nedenle dünya yaşamının, sadece insanlar değil tüm canlıların yaşam şekli, eğilimler, umutlar, beklentileri, planlarını 2020 öncesi ve sonrası diye iki kısma ayırmak pek de garip karşılanmaycaktır.

2020 ve Öncesine Göre

Bu “koşma” hevesini nasıl açıklayabiliriz?

Bu fenomen, modern Batı toplumlarımızdaki en az üç gelişmeyi ifade eder. Her şeyden önce, bugünün rekreasyon, keyif ve rahatlık toplumları koşma gibi gözde sporlara eğilimine olanak tanımaktadır. Ayrıca sporun hareketsiz yaşam tarzlarına bağlı olarak ortaya çıkan sağlık sorunlarına (obezite, kardiyovasküler problemler vb.) bir çözüm, bir çare olarak ortaya çıktığı insanların egoist ve rahatına düşkün olduğu bir dönemden geçiyoruz. Bu nedenle, referans olarak sunulan FFA çalışmasına göre, sağlıklı olmak, fiziksel durumunuzu iyileştirmek ve kilo vermek, Fransızların düzenli olarak spor ayakkabılarını bağlayıp koşuya çıkmaları için en çok belirtilen üç nedendir.


Şirketler açıkça koşma ile ilgili sosyal fenomeni bir yönetim aracı olarak kullanmakta fazla istekli davranmaktadırlar. Koşu olayı şirketler tarafından kendi çalışanları ve müşterileri için bir iletişim vektörü olarak kullanılmakta; örneğin, Schneider Electric, şirketin farkındalığını artırmak için”Schneider Electric Marathon de Paris” olarak adlandırılan olayın sponsoru.

Şirketler kendi bünyelerinde ise bu sporu iletişim, motivasyon ve eğitim aracı olarak kullanmaktalar. Koşu, proje ekiplerinin iş durumları veya yönetim yöntemleri hakkında düşünmesini sağlamak için gerçekten bir metafor olarak kullanılabilir. Koşu özellikle proje yönetimi ile ilgili dersler vermek için (maraton koşmak gibi bir spor projesini yürütmek ve bir iş projesi yürütmek arasında paralellikler oluşturarak), ama aynı zamanda kişinin mesleki faaliyeti çerçevesinde (bağlılık, özveri, tahammül vb.) belirli değerleri somutlaştırmanın veya yaymanın önemini vurgulamak için kullanılır.

Böylece şirketler, çalışanlarını şirket veya şirketler arası yarışlara (şirket yarışı, B2run gibi) katılmaya teşvik eder, meslektaşları arasında düzenli koşu gezileri düzenler veya koşma, şirketin karşılaşabileceği durumların bir örneği olarak yöneticiler tarafından kullanılır. Örneğin Humanis, çeşitli spor etkinlikleri sırasında çalışanların koştuğu her kilometre için hayır kurumlarına bir euro bağışlamaktan oluşan “dayanışma koşusu” adlı kurumsal bir girişim başlattı.

Koşan Yöneticiler
Öte yandan, yöneticilerin koşu ve yönetsel uygulamaları arasındaki ilişki konusunda çok az veri vardır. Bu nedenle, maratonlara (42.195 km yarış), ultra-trails (42.195 km üzerinde doğa yarışı) veya Ironman’a (3.8 km yüzme, 180 km bisiklet ve maratonun birleştiği etkinlik) katılan ve bu esnada şirketlerinde işgal ettikleri çok yüksek ve sorumluluk gerektiren pozisyonlarda bulunan”maratoncu liderler” ile 33 görüşme gerçekleştirilmiş . Bu uç örnekler, spor uygulamaları ile yönetimsel uygulamalar arasında bir bağlantının varlığını açıkça göstermektedir:

İK yöneticileri ya da işe alım yapan kişiler koşma tutkularını sadece takımlarını motive etmek ve birleştirmek için bir araç olarak değil, aynı zamanda atletik adayları ve özellikle koşucuları diğerlerine tercih ettiklerini kabul ederek bir işe alma kriteri olarak kullanıyorlar. Hatta diğerleri, takımlarını motive eden ve hevesli olanları diğerlerinden ayırmak için değerlendirmenin gayri resmi bir ölçüt olabileceğini itiraf ediyor. Açıktır ki, bu, bu tür uygulamaların ayrımcı doğası hakkında soruları da gündeme getirmektedir.

Katılımcılar, yoğun koşu antrenmanlarının işlerinde daha iyi performans göstermelerini sağladığını, çünkü daha rahat, daha konsantre, daha dayanıklı ve hatta daha özgüvenli olduklarını vurguluyorlar. Hatta bazıları, koşu süresinin, profesyonel sorunlara alışılagelmiş yöntemlerle çözemeyecekleri çözümler bulabilecekleri özel bir zaman olduğunu söylüyor.

Birçok insan, koşmayı bırakmaları durumunda aynı profesyonel hıza ayak uydurup uydurabileceklerini bilemediklerini itiraf ediyor. Örneğin, bir yaralanmanın ardından bunu yaşamış olanlar kendilerini daha az verimli, daha sinirli ve hatta depresif buldular. Bazı insanlar, koşmayı ürettiği endorfin salgılanması nedeniyle onlara iyi olma hissi veren bigoreksiya2 olarak bilinen gerçek bir bağımlılık olarak gösterirler.

Yöneticiler koşarak bir tür yaşam dengesi bulurlar. Egzersizler, – yapılmadığında sahip olamayacakları profesyonel taahhütlerine sınır koymanın bir yoludur Aynı zamanda kendilerini başka bir konuda, alanda ispat etmiş olmalarının da bir yoludur. İlginç bir şekilde, bazıları bu dengeyi aşırı davranış yoluyla bulur ve ne kadar çok çalışırlarsa o kadar çok koşarlar.

Yarışlar, yöneticiler tarafından kariyerlerine hizmet eden pozitif bir ayrıştırıcı olarak görülür. Bu sporu uygulamak, onların dayanıklılık, fedakarlık veya diğerlerinden daha fazla enerji özelliklerine sahip oldukları görüntüsü verir. Bazıları, liderlik statülerinin ötesinde, bunun partnerlerinin gözünde rol model olarak görünmelerine katkıda bulunduğunu söylüyor.

Peki yöneticiler neyin peşinde koşar? Elbette mükemmellik ve mesleki tanınma, ama aynı zamanda yorucu ve kaygı uyandıran ve hayatlarının tüm yönlerini yiyip bitirme eğiliminde bir çalışma hayatına direnme gücü. Michel Foucault, Yunanlılar başkalarını ılımlı bir şekilde yönetebilmek için kişinin iştahını yumuşatmayı öğrenerek kendini yönetmenin gerekli olduğunu düşündüyse, maraton yöneticileri tam tersini yapıyor gibi görünüyor. Üstün yöneticiler olmak için kendilerine aşırı bir spor disiplini dayatırlar. Bu aşırılık etiği, yine de, kendilerinin aşırı olduğunu düşündükleri, ancak aynı zamanda kişisel tatmin ve prestij veren, sportif ve yönetsel taahhütler arasında bir denge bulmalarına izin verir. Bu notada sporun savaşa hazırlık olarak algılanan tarihi anlayışından firmaların yöneticilerini de işin içine katan rekabet gücünü artırmaya doğru bir kayma olduğu söylenebilir.

1 Après quoi les managers courent-ils ? Le 06/11/2018 par Thibaut Bardon, François-Régis Puyou,

2 Bigoreksiya (kas dismorfisi), bireylerin daha az yağ kütlesine sahip olmayı arzularken aynı za- manda kas kütlesini de arttırmayı takıntı haline getirmeleri olarak tanımlanan bir tür vücut dismorfik bozukluğudur.